Katılımcısı olduğum sinema grubunda sevgili Abdül Lama yine harika bir sunumla, oturumun filmi ‘Çingeneler Zamanı’nı anlattı bize ve her biri saygı duyulacak birikime sahip katılımcılar, katkılarıyla oturumu zenginleştirdiler.
Ocak 2010’da Çingenelere yapılan bir saldırı üzerine ‘Çingeneler Zamanı’ başlığıyla bir yazı kaleme aldığımı anımsadım. Arşivden çıkarıp bu vesileyle paylaşmak istedim.
“1988 yılında yönetmen Emir Kusturica cüretkâr bir adım atarak Çingene diliyle, Çingenelerin yaşamından bir kesit sunan “Çingeneler Zamanı” filmini çekti.
Yaşantının bu kesitinde dram vardı; acı doluydu.
Aynı yönetmen 1998 yılında “Ak Kedi Kara Kedi” filmi ile yine Çingenelerin yaşamından bir kesit sunuyordu: Bu kez de güldürerek…
4. Yüzyılda Hindistan’dan yaklaşık 12.000 kişi olarak yola çıkan ve yaklaşık 1000 sene sonra yani 14. yüzyılda Avrupa’ya yayılan Çingeneler, ulaşım olanaklarının artması ile kısa zamanda dünyanın her yanında görülmeye başladılar.
Binlerce sene göçer olarak yaşayan bu kavim son yüzyılda büyük oranda yerleşik düzene geçtiler.
Çok uzun yıllar geçimlerini kalaycılık, falcılık, sepetçilik, ayı oynatıcılığı, dans ve müzikle sağlamışlardır. Gelişen teknoloji ve değişen sosyal yaşam nedeniyle mesleklerinin alanı daraldıkça zaten binlerce sene peşlerini bırakmayan yoksulluk daha da artmıştır.
Dünyanın hemen her yanında içine kapanmış topluluklar halinde yaşayan Çingeneler binlerce sene dillerini, geleneklerini, yaşam tarzlarını korumayı başarmış, ya da içine kapanmak zorunda bırakılarak bu başarıya katkı sunulmuştur.
2. Dünya savaşında Nazilerin kitleler halinde katlettiği ikinci etnik gruptur Çingeneler…
Dışarıdan çok az kimsenin bildiği, çok kimsenin merak bile etmediği yaşantılarını; bir takım önyargıları da kırarak, Emir Kusturica sözü edilen filmlerde gözler önüne sermiştir.
Ülkemizin hemen her yerinde kasabaların, kentlerin kenar mahallerine ilişmiş; yoksul ama neşeli, gürültücü ama sevimli Çingene topluluklarına rastlanır. Ne onlar kentin, kasabanın gündelik yaşamına girer ne de kentler, kasabalar girmesine izin verir: biraz hor görülürler ama düşmanlıkla da karşılaşmazlar.
En azından şimdiye kadar…
Manisa’nın Selendi ilçesinde burada yaşayan Çingene kökenli vatandaşlarımıza kasabalıların bazıları tarafından saldırılarda bulunulmuş, evleri, arabaları kundaklanmıştır. Bu insanlık dışı olay üzüntüye yol açmıştır. Üzüntü devletin can emniyetini sağlamak için saldırıya uğrayan Çingene kökenli vatandaşları başka kasabalara, akrabalarının yanına göç etmeye teşvik etmeleri ile daha da artmıştır. Sevindirici tek şey ise can kaybının olmayışıdır.
Yoksulluğun, yoksunluğun, işsizliğin artığı, temel gereksinimlerin karşılanamadığı yerlerde, zamanlarda insanlar kendilerini değersiz görmeye başlarlar. Gerginlik alır başını gider; değersizlik duygusu ile birleştiğinde şiddet çabucak ortaya çıkar. Ve şiddet yoksulluğun, işsizliğin kaynağı olan kısmen soyut ve uzak sayılabilecek nedenler yerine çok yakınındaki kendinden farklı olduğunu düşündüğü insanlara yönelir.
Selendi’de yaşananlar buna örnek olarak gösterilebilir; üstelik kaynaşmadan da olsa yüzlerce sene yan yana yaşamış, düşmanlık gösterilmemiş Çingene kökenli vatandaşlarımıza yönelen bu şiddet; gelecekte ülkemizi çok daha büyük sıkıntılar beklediğini düşündürmektedir.
İşsizliği, yoksulluğu ortadan kaldıracak, hakça paylaşımı sağlayacak koşullar oluşturulmadığı; insanların iş, emek, eğitim, sağlık haklarını elde edecek, elde ettiklerini koruyacak yollar açılmadığı, örgütlenmelerine, kendilerini ifade etmelerine izin verilmediği sürece bu acı olayları yaşamamız ne yazık ki kaçınılmazdır. Ayrımcılığa yönelik kınamalar, yazılan yazılar, alınacak asayiş tedbirleri tek başına bu acı olayların tekrar yaşanmasını engellemeye yetmeyecektir.”
Yazıyı Gönül İlhan, 2011 Nisan, Heyamola Yayınlarından çıkan “Bizim Mahalle Tenekeli Mahalle” kitabından bir pasajla zenginleştireyim; Çingenelere hakkını veren:
“(..)Darı taneleri gibi saçıldık Hindistan’dan yeryüzünün dört bir köşesine.
Göç yollarında geçti atalarımızın nenelerimizin ömrü.
Yokluğun yoksulluğun ince kederini, müziğin ve dansın kıvrak ritmini taşıdık her zaman genlerimizde.
Gökyüzünün altında uzanan bütün topraklar vatanımız oldu.
Nereye yerleşsek, oralı olmak istedik. Dilimizi unuttuk, dinimizi değiştirdik bu yüzden.
İncindiğin yerdir gurbet1 diyor ya şair, yerleştiğimiz memleketlerde çok incindik biz de.
Nazilerin gaz odalarında yakılıp, “tıbbi deneylerinde” kobay olarak kullanıldığımızda kılı kıpırdamadı kimsenin.
Yine de küsmedik; doğan güneşe, açan çiçeğe, uçan kuşa. Ve insana.
Kağıtlara yazmadığımızdan belki, geçmişi çabucak unuttuk.
Ölümü değil, hayatı güzelledik hep.
Yakıp yıkmadık, kendi yüreklerimizden başka hiçbir ülkeyi.
Şarkı söyleyerek uzak tuttuk kendimizi kötü düşüncelerden. Dans ederek açlığı unuttuk(..).”
Nedim İnce
Altınoluk / 25. 07. 2022
Son Yorumlar