DENİZ ÇAKARI
Ayvalık kapalı bir koyun hadi epey abartalım bir iç denizin kıyısına kurulmuş kadim bir kent. Koy Güneyden BadavutYarımadası ile çevrilirken Batı ve Kuzeyinde Cunda Adası ile Lale Adası yer alır.
Açık denizden iç denize Cunda- Badavut Yarımadası, Cunda- Lale Adası ve Lale Adası- Ana kara arasından olmak üzere üç yerden girebilirsiniz.
Cunda- Badavut arası ana giriştir.Cunda- Lale Adası arasındaki girişe kurulan köprü her iki adayı bir birine bağlar ve köprüden geçenleri köprü girişindeki ‘Türkiye’nin İlk Boğaz Köprüsü’ ibaresi gülümsetir.
Uzun süre Lale Adasını Ana Karaya denizi doldurarak yapılan bir yol bağlarken bu yakınlarda yerini,dolgudan temizlenmiş deniz üzerine yapılan kemerli bir köprüye bıraktı. Bu sayede iç deniz, kapatılan bir kapısının tekrar açılmasıyla açık denize kavuşurken teknelere de yeni bir geçiş yolu sağlanmış oldu.
Açık denizden ‘Türkiye’nin İlk Boğaz Köprüsüne’ yaklaşımda, girişin hemen Kuzey yakınında yer yer uç verse de çoğu kısmı denizle örtülü bir sığlık vardır kayalardan oluşan. Bunun üzerinde de küçük bir deniz çakarı.
Deniz çakarı gündüzleri narin gövdesiyle köprünün altından Ayvalık’a girip çıkarkenbanayaklaşma der, denizcilere, canın yanar, teknen hasarlanır, teknen batar...
Bölgeyi çok iyi bilen denizcilere de ukalalıklarına aldırmadan uyarısını yapar; bilir dalgınlıklarında ya da sert bir havada kapılabilecekleri telaşla sığlığı unutup kendilerine zarar verebileceklerini.
Hava kararmaya başlayınca gövdesi belli belirsiz seçilir ama bu kez ışığı devreye girer ve beş saniyede bir çakarak uyarı görevini, sanki sonsuzdan gelmiş sonsuza giden bir zamansızlıkla sürdürür gider.
Çakar oraya konmadan önce kim bilir kaç tekne çıktı oraya, hasarlandı ya da battı ve ne kadar can yandı ya da bu dünyayı terk etti?
Ne bedeller ödendi…
Acılarından, kayıplarından bir nebze ders çıkarabilen insan her zaman olmasa da bunun tekrar etmemesi için önlemini alır. Denizciler, denizin karşısındaki güçsüzlüğünü bildiklerinden önlem almada en istekli olanlarıdır.
Bir akşamüstü sevgili hayat arkadaşımla günbatımı için gittiğimiz Lale Adası’nın Batı tarafında portatif sandalyelerimizde denizi seyrederken hemen önümüzde yer alan o narin deniz çakarı bunları düşündürdü.
Bir de yüzbinlerce senenin birikimiyle nörobiyolojik ve sosyokültürel bir bütünlükle bu güne gelen insanın,hayattaki çakarlara neden -anne, baba, kardeş, dost, bilge, bilim, tarih ve dahası…– yeterince kulak asamadığı ve acı üzerine acı, kayıp üzerine kayıp yaşamaya devam ettiğini…
Bu nörobiyioljik ve sosyokültürel kompleks, gerek yüzbinlerce yıllık birikiminin, gerekse içsel ve dışsal çevreyle ilişkisinin ürünü olan ve tüm bunları yeniden ve de yeniden üreten davranışlarını anlayana kadar varlığını sürdürebilecek mi dersiniz?
Ben her türlü zorlukta görevini yapan deniz çakarına baktığımda bu soruya evet yanıtı veriyorum.
Yüzbinlerce yıldır her türlü bedeli ödeyerek insanın buraya kadar gelmesini sağlayan insan çakarlarımız olduğu sürece, evet…
İnsanlar onlara zarar verse de, onlara yeterince uymasa, aldırmasa da, insan çakarlarının direnci devam ettiği sürece, evet…
Yüzbinlerce sene bu direnç devam ettiği için, evet…
Nedim İnce
Ayvalık / 06. 07. 2021
Son Yorumlar