Son günlerde biraz da tesadüf, iki filim izledim kısa aralarla. İlki 1987 yapımı ‘Bir Kırık Bebek’ filmiydi; Hülya Avşar, Orhan Çağman’ın oynadığı, Nisan Akman’ın yönettiği. İkincisi ise 1988 yapımı; yönetmeni Halit Refiğ’e Antalya Altın Portakal’da En İyi Yönetmen Ödülü kazandırmış, Yıldız Kenter ve Eşref Kolçak’ın oynadığı ‘Hanım’ filmi.
‘Bir Kırık Bebek’te içi boşalan bir insan anlatılıyordu, ‘Hanım’da ise içi boşalan bir ev.
‘Bir Kırık Bebek’te hızla değişen hayat, hayatı hızla değişen, değiştikçe filimdeki replikle dile getirildiği gibi içi boşalan bir genç kız var. Yoksul bir evde var olma savaşı veren bir ailenin genç kızı Gülizar (Hülya Avşar) televizyon reklam yıldızı olur, şöhret ve para kazanır; ailesini, sevgilisini kaybetme, çıktığı kültüre yabancılaşma, yenisine uyum gösterememe pahasına…
Çocukluğundan beri dert ortağı olan vitrin mankeni yapan, Ermeni komşuları, amca dediği Artin Ustanın (Orhan Çağman) bilgeliği de derdine derman olamamaktadır.
Hayata tutunacak nirengi noktası kalmamıştır Gülizar’ın.
İçi boşalmıştır.
Hülya Avşar bu rolün üstesinden başarıyla gelmektedir. Orhan Çağman üst düzey oyunculuğunu bu filimde de sürdürmektedir.
‘Hanım’da Yıldız Kenter’in oyunculuk resitalini izleriz. Eşref Kolçak da ondan aşağı kalmamaktadır. Filim müzikleri ise tam bir şölendir. Eski bir köşkte Olcay Hanım (Yıldız Kenter) tek başına yaşamaktadır. Deniz subayı olan eşini denizaltı kazasında yitirmiş, tek kızı da evlenip gitmiştir.
Aynı mahallede bekar evinde yaşayan Necip Kaptan da (Eşref Kolçak) köşk kadar eski bir çatananın kaptanlığını yapmaktadır. Necip Kaptanın için için Olcay Hanıma yanık olduğunu sezeriz.
Olcay Hanım kanser olduğunu ve yakında öleceğini öğrenir. Can yoldaşı Hanımı (kedisi) emanet edeceği birilerini arar ama kimse Hanımı kabul etmez. Kızı çıkagelir; paranın neredeyse tek değer olduğu yeni düzeni temsil eden… Köşkü satıp parasını kendisine vermesini ister annesinden. Annesi kanserden ölmeye fırsat kalmadan kahrından ölür. Günler sonra eve gelen kızı onu çok sevdiği koltuğunda öylece otururken bulur. Geride kalan Hanım kızı tarafından sokağa atılır.
Ev boşalmıştır.
İçi boşaldıktan sonra da yeni devrin sembolü apartmanlardan birine yer açmak üzere yıkılmayı beklemektedir.
Bu sırada emektar çatana da jilet yapılmak üzere hizmetten çekilmiş, deniz de boşalmıştır. Necip Kaptan’a da çatananın ardından emekli olmak düşmüştür.
Neyse ki yönetmen yağmurlu bir gecede Hanımı çıkarır Necip Kaptanın karşısına, Olcay Hanımın son isteğini yerine getirmek, onu içten içe seven Necip Kaptana kısmet olmuştur. Artık yalnız değildir.
Bir devir, yerini yeni devirlere bırakmak üzere usulca ve derin bir hüzünle sahneden çekilmektedir.
Her iki filimi derin bir hüzünle izledim. Ancak bana çok tanıdık geldi bu hüzün. Merakla anı sandığımı karıştırınca buldum ne olduğunu.
Gönen’in çok yakın bir köyünde, Hasanbey Köyünde doğdum. Çocukluğum, ilk gençliğim köyde geçti. Hekim olduktan sonra uzaklarda çalıştım. Senede bir iki kez o da ancak iki üç günlüğüne gidebiliyordum köye. Onda da özlem giderebilmek için ailemle neredeyse ana kucağı baba ocağından hiç dışarı çıkamıyordum.
Seneler seneleri kovaladı. Yakına geldik. Daha sık gider oldum köye; büyüklerimle ki çok az kaldılar, arkadaşlarımla, gençlerle kahvelerde daha sık sohbet eder oldum. Sokaklarında aylak aylak gezinmek, kırlarında rüzgara eşlik eden kuşların melodileriyle mest olmuş bir şekilde dolaşmak, tarlalarda çalışan insanlara kolay gelsin demek en sevdiğim şeylerden oldu.
İnsan sevdiği şeyleri yaparken her zaman sevinç duyamıyor, mutlu olamıyor; benim köyün sokaklarında aylak aylak dolaştığımda olduğu gibi…
Filmleri seyrederken duyduğum hüznü ilk bu sokaklarda duymuştum; derin çok derin bir şekilde…
Anımsadım…
Hemen her sokakta viran, yarı yıkılmış bir ev görüyordum; avluları terk edilmiş, bomboş…
O evleri biliyorum çocukluğumdan, ilk gençliğimden; o evlerde büyükler vardı. Çocukları vardı arkadaşlarım olan.
Dopdolu, capcanlıydılar.
Büyükler bu dünyayı, çocukları da köyü bırakıp gitmişlerdi çoktan…
Evler bomboş, evler viran, evler yıkık dökük, avlular öksüz…
Derin bir hüzün…
Belki de onlara değildi bu hüzün…
Belki kendimeydi…
Belki de kaderimize…
Bilemedim!
Nedim İnce
Ayvalık / 31. 01. 2021
Son Yorumlar