İNSANLIK DRAMI
Suriye İdlib’de şu anda ateşkesle yatışmış olan çatışmaların arttığı bir dönemde, ülkemizin siyasi iktidarı Avrupa sınır kapılarını mültecilere, sığınmacılara açtığını duyurdu. İçişleri bakanlığı zaman zaman kaç kişinin sınırı geçtiğini basına duyurdu.
Avrupa ülkelerinin bir baskı unsuru olarak kullanıldığını ifade ettiği bu durum, sınırda ara bölgede kalan mültecilerin, sığınmacıların yaşadıkları insanlık dramını bir kez daha gözler önüne serdi.
Beş sene önce yayımlanan bir yazımın güncelliğini yitirmediğini, aksine günümüzdeki durumun daha da ağrılaştığını görülüyor.
Öyle mi dersiniz?
Buyurun, son günlerde sıkça paylaşılan, denizden kayalara tırmanmaya çalışan büyük bir korku içindeki küçük bir mülteci çocuğun fotoğrafını gözünüzün önüne getirerek okuyun:
“Birleşmiş Milletler Sığınmacılar Yüksek Konseyi UNCHR verilerine göre, göçmen sığınmacı nüfusu, 1959 yılında 12 milyona yakınmış. 1993’de bu sayı 15 milyonun biraz üstünde gözüküyor. 2001 yılına kadar biraz gerileyerek10 milyon dolayına iniyor. Ancak Emperyalist Kapitalist ülkelere, Kapitalizmin bunalımını savaşla aşma kararı verip önce Afganistan’a, Irak’a ve Libya’ya doğrudan, diğer Ortadoğu ülkelerine dolaylı müdahalelere başlayınca; ülkeler tarumar oluyor ve insanlar ülkelerini, yerlerini yurtlarını terk etmek zorunda kalıyor ve de göçmen sığınmacı sayısı da hızla artıyor. 2005 yılında 37.5 milyona, 2010 yılında 43 milyona, 2012 yılında 45 milyona, 2014 sonunda da 59 milyona ulaşıyor. 2015 yılında ise 60 milyonu aşıyor. Bu yıl her gün 40 bin kişinin göçmen sığınmacı durumuna geçtiği tahmin ediliyor.
Suriye’de yaşanan, birçok ülkenin de önce dolaylı sonra da doğrudan müdahil olduğu, iç savaş yıllardır şiddetinden bir şey kaybetmeden sürüp gidiyor.
Şimdiye kadar 300 bine yaklaşan ölümlerin yanı sıra, UNCHR verilerine göre 2015 yılında ülke dışına kaçmak zorunda kalan Suriyeli göçmen sığınmacı sayısı 4 milyonu geçti ve bunun yarısını ülkemiz barındırmaktadır. Suriye içinde olan ama yer değiştirmek zorunda kalanların sayısı da 8 milyon civarında tahmin ediliyor. 2011 nüfus sayımına göre Suriye’de 21 milyonu biraz aşan sayıda insan yaşadığını biliyoruz. Bu durumda Suriye nüfusunun yarısından fazlasının mülteci durumunda olduğunu söyleyebiliriz.
Yukarıda da yazıldığı gibi resmi rakamlara göre ülkemiz 2 milyon civarında Suriyeli göçmen sığınmacıya ev sahipliği yapmaktadır. Ülkemiz insanları bir yandan onların dramına doğrudan tanıklık ederken bir yandan da Suriyeli göçmen sığınmacıların çaresizliklerinin getirdiği ucuz işçilikleri nedeniyle işinden olmaktadır: onlara karşı duygular; acıma, üzülme ile öfkelenme arasında gidip gelmekte, çoğu zamanda hep birlikte yaşanabilmektedir.
Önceleri Libya’dan İtalya’ya derme çatma teknelerle geçmeye çalışan binlerce göçmen sığınmacının denizde boğulduklarını öğrenmeye başladık medyadan. Öyle ki sayı yüzleri geçmiyorsa haber değeri olmayacak bir yaygınlığa ulaştı. Artık kanıksanan sıradan bir olay haline geldi: 38 kişi boğuldu, 203 kişi kayboldu, 21 kişi boğuldu… Bunlar rakamdan başka bir şey ifade etmez oldu.
Derken Ege’de Yunan adalarına geçmek isteyen göçmen sığınmacıların haberleri sökün etti. Şu kadar kişi son anda boğulmaktan kurtarıldı haberleri yanı sıra, tekne alabora oldu şu kadar kişi boğuldu, kayboldu, haberlerini de duyar olduk. Kısa bir süre sonra onlar da artık bir rakam oldu çıktı bizim için…
Taaa ki kırmızı tişörtlü çocuğun fotoğrafını görene kadar. Kumsalda,başı denize doğru yüzüstü uzanmış, sonsuz uykusuna yatmıştı. Çocukluğun masumiyetini; kırmızı tişörtü ve yüz üstü yatışı çok çarpıcı hale getiriyordu. Ve orada o şekilde yatışı, sorumluluklarını yüzüne çarpıyordu tüm yetişkinlerin.
Soyutlama yeteneği ne kadar gelişirse gelişsin, gündelik yaşantısını somut düşünme ile sürdüren biz insanlar için Alyan Çocuk artık soyut bir rakam değil, somut bir görüntüdür; hepimizi derinden sarsan…
Alyan Çocuk üzerine yapılan yüzlerce haber, yazılan binlerce yazı, sosyal medyada paylaşılan on binlerce ileti, yıllardır gözümüzün önünde olan göçmen sığınmacı gerçeğini daha derinlemesine kavramamıza neden oldu. Onlara karşı duyulan öfkeyi bir nebze azalttı.
Nereye kadar?
Gündelik hayatın içine dalana, onların dertlerini unutup kendi derdimizi gömülene kadar…”
Dr. Nedim İnce
Altınoluk / 10. 03. 2020
Son Yorumlar