preload preload preload preload

Şair Yazar Mimar Cengiz Bektaş


22nd Ekim 2014 Köşe Yazıları 0 Comments

Bana çok tanıdık gelen avlu kapısından girdiğimizde bizi Akbaş cinsi bir köpek karşıladı. Sevgi gösterilerim havlamasını kesmek bir yana, daha da arttırdı. Sevgili Cengiz Abi, akbaşı yatıştırmaya çalıştı, işe yaramayınca aramıza girip güvenli bir şekilde eve varmamızı sağladı. Ev de çok tanıdıktı. Avlu kapısı, evin kapısı, kapı kolları taban döşemesi, duvar sıvası, pencerelerde kullanılan malzemeler, odanın döşenişi hepsi de çok bildikti.
Şair ve Yazar Mimar Cengiz Bektaş, Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği Mersin Şubesi’nin genel merkezi ile birlikte, 2013 Kasım ayında Mersin’de düzenlediği, 3. Akdeniz Buluşması Eğitim ve Kültür Çalıştayının İstanbul’dan gelen davetli konuşmacılarındandı. Adana Havaalanından alıp daha sonra geri bırakma görevi bana verilmişti. Ak saçlı ak sakallı gözlerinin için gülen bir delikanlı belirdi kapıda. Bu Cengiz Bektaş’tı, fotoğraflarından tanıdığım.
Neredeyse yaşamın her alanında, durup dinlenmeden biteviye ürettikleri, hayata kattıkları nedeniyle saygı duyuyordum. Çalıştaya katılması ona duyduğum saygıyı daha da arttırmıştı. Yol boyunca yapılan sohbetten aynı zamanda bilge bir kişiyle karşı karşıya olduğumu anladım. Saygıya hayranlığın da beslediği bir sevgi eklendi.
Denizli’de bir tüccar babanın son çocuğu olarak dünyaya geldiğinde genç Cumhuriyet’in coşkusu karşılamış onu ve sarıp sarmalamış. Orta okludan sonra lise için İstanbul’un yolunu tutmuş kardeşlerinin yanına. Belki de Cumhuriyet’in okul yaptırıp devlete hediye eden ilk yurttaşlarından biri olan baba, çocuklarının eğitimleri için de hiçbir fedakarlıktan kaçınmamış. İstanbul’da satın aldığı evde, anneleriyle birlikte lise ve üniversiteyi okumalarını sağlamış.
Cengiz Bektaş, daha ortaokul yıllarında mimar olmayı kafaya koymuş. İstanbul Erkek Lisesinden sonra İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde mimarlık okuyor ardından Almanya’da Berlin Teknik Üniversitesi’nde mimarlık eğitimine devam ediyor. Çok çalışmak istediği iki Alman mimarın ortak bürosunu bir süre yönetip onların deneyimlerini özümsüyor.
Memleket hasreti bağrını yakmaya başladığı bir zamanda ODTÜ imdadına yetişiyor ve öğretim görevliliği yanı sıra inşaat işleri mimarlık bürosu yöneticisi oluyor.
Akademik ortamın katı kurallarının onun yaratıcılığını kısıtladığını hissediyor, tereddütsüz ayrılıp özel mimarlık bürosunu kuruyor ve özgün tasarımlarını hayata geçirme fırsatı yaratıyor kendisine.
Başlangıçta çok az iş geliyor bürosuna. Mimarizm internet sitesi ile yaptığı bir söyleşide bunu nasıl aştığını anlatırken mesleki ahlakı konusunda da ipuçları veriyor:
“(..)Sonraki beş buçuk yıl boyunca yarışma mimarlığı yaptım, 25 tane ödül kazandım. Ama beş buçuk yıl sonunda tanınmıştım ve iş geliyordu artık. Tanınmışken hala yarışmalara katılıyor olmayı gençlere saygısızlık olarak değerlendirdim. Bir de ciddiyetsizlik sorunu vardı. Ben, aldığım bir proje üzerinde en az altı ay çalışırım. Fakat yarışmalar için çok kısa süre harcıyordum. En uzun çalıştığım yarışma projesi Lizbon Büyükelçilik binasıydı, 20 günde çizdim. Bu da ciddiyetsizlikti bence. Bir daha yarışmalara katılmayacağıma dair söz verdim kendime ve bir daha katılmadım(..)”
Yine aynı söyleşide mimarlık anlayışının temellerini ortaya koyarken insana ve hayata bakışını da özetlemiş oluyor:
“(..)Bana göre mimar, özellikle de bizim mimarlarımız, kültür birikiminin bilincinde olmalı. Mimarlık elbette ki insanlar için, bu çağda onlara insancıl oylumlar sunmak için yapılmalıdır. Onların gereksinimleri, mutlulukları, sağlıkları için çalışmak demek bu(..)”
Hayatı bir bütün olarak kavradığında sadece özel mimarlıkla yetinemiyor. Ürettiğini paylaşırsa mutluluğu yakalayacağını biliyor. Zafer Mühendislik Mimarlık Yüksek Okulunda öğretim görevliliği, Trakya Üniversitesi’nde “Halk Yapı Sanatı” dersini vermesi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehircilik Bölümü lisansüstü öğrencilerine “Kültürün Planlamaya Etkisi” konusunda, Güzel Sanatlar Fakültesi’nde de “Estetik” konusunda derslerini vermesi, 19 Mayıs Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde ders vermesi akademik alanda yaptıklarına örnek verilebilir.
Hayatın başka alanlarında da üretmeyi, yaratmayı sürdürüyor. Şiirler yazıyor kitaplar dolusu, duygu yüklü. Denemeler kaleme alıyor özgün düşüncelerini paylaştığı. Mesleki kitaplar bir biri ardı sıra geliyor deneyimlerini genç kuşaklara cömertçe aktardığı. Konferanslar, paneller, radyolar, televizyonlar daha fazla insana ulaşmak için yorulmadan kullandığı araçlar oluyor ki tanışmamız da bu sayede gerçekleşiyor.

“(..)Mimarlığın temeli kültürdür. Yazarlığımla, mimarlığımla kültür ortamı için çalıştım hep. Sağlıklı bir kültür ortamında olmak, insanın tüm çevresiyle, doğayla ilişkilerini de elbette olumlu etkiler.(..)”
Tasarım yarışmaları internet sitesinde gazeteci Gamze Akdemir’le yaptığı söyleşide böyle diyor Cengiz Bektaş.
Genç Cumhuriyet’in coşkusuyla yoğrulmuş, ülkesi için, insanlık için, börtü böcek için bir şeyler üretme derdinden başka derdi olmayan bir çok güzel insandan oluşan bir çevre içinde olgunlaşıyor. Enerjilerinden yararlanıyor, bilgeliklerinden feyiz alıyor; Halet Çambel, Azra Erhat, Sabahattin Eyüboğlu, Türkan Saylan ve daha nicelerinden ve enerjisi enerjilerine katılıyor, biteviye besliyorlar bir birlerini. Tükenmek bilmeyen bir üretme ve paylaşma heyecanı yaratıyorlar hep birlikte.
Böyle olunca basılan kitapları yüzleri geçiyor. Gerek meslek alanında gerekse edebiyatta aldığı ödüllerin sayısını da artık karıştırır oluyor.
Ve seksene merdiven dayamış, özel çalışmış bir insan olarak bunları nasıl gerçekleştirdiğine dair küçük bir sır daha veriyor söyleşisinde:
“(..)Çünkü yaşamak için gerekli olan paradan fazlasının kazanmaya kalkıştığınız zaman, o fazla para sizin insanlığınızdan yiyiyor(..)”

Akbaşın sahiplerini ve yeni doğurduğu yavrularını koruma iç güdüsüyle çok da hoş karşılamadığı ve bana çok tanıdık gelen ev, Cengiz Abi’nin yıllarca önce Güre Köyü’nde kerpiç ve geleneksel malzemelerden inşa ettiği evdi ve yazının başında da söz ettim, doğduğum kerpiç evi gördüm yeniden orada. Halk yapı sanatını eksiksiz kullandığı bu ev aynı zamanda yaz aylarında genç mimarların atölye çalışmaları yaptıkları bir mekan görevi de görüyordu.

Ve Cengiz Abi, “Artık daha fazla zaman geçireceğiz burada diyordu” ve ekliyordu, “ yazacak o kadar şey birikti ki…”

Bu ak saçlı, ak sakallı, gözlerinin içi gülen Anadolu aydınının alçak gönüllüğüne helal getirmeden sergilediği enerjisine, coşkusuna tanık olduktan sonra gel de;

“Yoruldum!” “Usandım!”de…

Ne mümkün!..

Dr. Nedim İnce
Mersin / 21. 10. 2014

  • Yorum Yaz

    * Required
    ** Email