preload preload preload preload

VIVA CUBA 2


20th Aralık 2022 Köşe Yazıları 0 Comments

“Bir şeyi gerçekten isterseniz, bütün evren onu gerçekleştirmek için iş birliği yapar.”

Paulo Coelho

Uzun süredir aklımızın bir kenarında duran Küba gezisi bir şaka sonrası gerçek oldu Küba’ya giden dostum Hasan Atilla’ya, “Hasan bizi Küba’ya götür diye takılmam, bize Küba yolunu açtı; üstelik pandemiden yeni çıktığımız ki çıktık mı acaba, uçağa binmeye hala soğuk baktığımız bir dönemde…

Coelho’nun Simyacı kitabında söylediği söze gel de inanma…

Bu gezi sayesinde Bizim Ada Turizm’le tanıştım. Kendini “Karayipler, Kuzey ve Güney Amerika, Uzak Asya, Orta Doğu, Avrasya ve Afrika’ya benzersiz içerikli ve her katılımcı ile özel olarak ilgilenilen küçük grup turları düzenlemektedir.” şeklinde tanımlayan Bizim Ada ….     Yılında, önceden de haberdar olduğum Jose Marti Küba Dostluk Derneği’nde çalışanların ağırlıkta olduğu insanlar tarafından kurulmuş ve o günden bu yana bir birinden değerli turlar düzenlemiş ve de düzenlemeye devam etmekteymiş.

Bizim Ada Turizm’e ebelik eden Jose Marti Küba Dostluk Derneği (JMKDD) 2002 yılında kurulmuş. Kendini şu şekilde ifade ediyor:

 “Jose Marti Küba Dostluk Derneği’nin başlıca amacı Türkiye ve Küba halkları arasındaki dostluk ve dayanışmayı geliştirmek, iki ülke arasındaki kültürel, sosyal, ekonomik, bilimsel, kurumsal, mesleki ve sportif ilişkileri güçlendirmek, Küba’nın toplumsal, tarihi, bilimsel, kültürel ve sanatsal değerlerini Türkiye kamuoyuna tanıtmaktır.

JMKDD, dünyanın dört bir yanından 2000’in üzerinde Küba dostluk ve dayanışma hareketiyle temas halinde olan Küba Halklarla Dostluk Enstitüsü (ICAP) ile yakın işbirliği içinde çalışmalarını sürdürmektedir.

JMKDD’nin faaliyet alanları arasında Küba’ya kültürel ve mesleki geziler organize etmek, dans atölyeleri, İspanyolca seminerleri, Latin geceleri, film ve müzik festivalleri, söyleşi, panel ve basın açıklamaları düzenlemek yer almaktadır.

Derneğimiz, Küba’nın ve Küba dostlarının sesini mümkün olan her platformda kamuoyuna duyurmayı hedeflemektedir.”

Tur öncesi böyle titiz bir hazırlıkla karşılaştığımı anımsamıyorum, diğer katıldığım turlar için hafızamı yokladığımda. Şimdiye kadar kazandıkları deneyimleri sorumluluk imbiğinden süzerek oluşturdukları rafine ve ayrıntılı öneriler geziye kolaylıkla hazırlanmamızı sağladı. Gezi için kurulan watsapp gurubu gerek Bizim Ada ile gerekse gurubun kendi arasında iletişimine büyük katkı sağladı. Gezi öncesi, gezide gurup liderimiz olacak sevgili Nahide Özkan tarafından düzenlenen interaktif görüntülü gurup toplantısı, kalan soruların yüz yüze yanıtlanmasına vesile olurken, gurup da daha geziye başlamadan birbirini tanımış oldu.

İstanbul’dan Havana’ya on üç saati biraz aşan bir sürede uçtuk. Uçak zaman zaman taşlı yollarda bizi biraz sarssa da sorunsuz bir şekilde Havana’ya vardık.

Küba’ya ayak basmış olmamız hepimizi heyecanlandırmıştı. Pasaport ve gümrükten sorunsuz geçtik ki bunda gurup liderimiz Nahide Özkan’ın büyük payı vardı; her an yanı başımızdaydı.

 Yerel rehberimiz Taimara ve şoförümüz Daiman bizi havalimanında bekliyorlardı. Gerekli miktarda dövizimizi bozdurup otobüse geçtik. CASA’larımıza ( ev pansiyonları) yerleşip kısa bir dinlenmeden sonra, uçakta uyuyabilenleri daha az etkileyen zorlu bir güne başladık.

Havana kadim bir kent, büyük bir kent idi ve orada geçireceğimiz üç gün için yoğun bir program bizi bekliyordu.

Havana kabaca üç bölüme ayrılıyor. Birinci bölüm Eski Havana, kentin ilk kurulduğu yer, ikinci bölüm Orta Havana, Eski Havana’nın genişlediği bölüm, yıkık dökük restorasyon sırasını bekliyor ve üçüncü bölüm de 1900’lü yıllardan sonra gelişen modern Yeni Havana.

Kaldığımız CASA’lar Yeni Havana’da Vedado kısmındaydı.

Havana gezimize Mustafa Kemal Atatürk’ün büstünü ziyaretle başladık. Ona sevgi ve saygımızı sunduk.

Ardından restorasyonları neredeyse tamamlanan ve Havana’nın en turistik yeri olan Eski Havana’ya geçtik. Ki Havana’daki zamanımızın önemli bir kısmını burada harcadık. Müzelerin, sanat galerinin, turistik restoranların büyük bir çoğunluğu bu bölgede bulunuyor. Rejim Sosyalizm olunca restore edilen binalarda yaşayanlar yine aynı binalarda yaşamaya devam ediyorlar. Turistik mekanlarla konutlar iç içe sizin anlayacağınız. Dikkat çekici bir şey daha vardı. Hemen her müzenin bir kenarında derslikler vardı. Öğrendik ki okullar müzeleri sadece ziyaret etmiyor, derslerinin bir kısmını orada gerçekleştiriyorlarmış. Gezimizi sürdürürken parkların da öğretimin bir mekanı olduğunu gördük; parklar da derslik olmuş.

 Eski Havana’da, Havana’nı ilk kurulduğu bölgede birçok meydan ve onların etrafında konuşlanmış, İspanyollardan kalma birçok görkemli eski bina gördük. Kimi müze, kimi resmi bina, kimi otel, kimi opera bale binası olarak kullanılıyordu. Okul olanlar da vardı.

Asis Meydanı, Kadetral Meydanı, Eski Meydan, Havana’nın İstiklal Caddesi sayılan Obispo Caddesi yürüyerek gezdiğimiz başlıca yerlerdi.

Hemen her meydanda Jose Marti’nin heykelleri mevcut. Ulusal kurtuluş kahramanları denince ilk akla gelen isim oluyor Jose Marti. Fidel’in vasiyeti gereği hiçbir yerde heykeli yok. Resimlerini de çok seyrek görüyorsunuz. Hemen her parkta Küba’ya katkı sunmuş insanların heykelleri yer alıyor. Küba ülkesine hizmet eden insanlara gereken saygıyı gösteriyor.

Duvarları, orada yemek yiyenlerin yazılarıyla süslü olan ve Ernest Hemingway’in “Mojito’mu La Bodeguita’da yazısı da yer alan Bodeguita del Medio Restoran’da öğle yemeği yedik latin müziği eşliğinde dans edenleri seyrederek.

Resim ve el sanatları ürünlerinin sergilendiği, Havana Körfezi kıyısında, eski bir deponun restorasyonuyla el sanatları pazarı haline getirilen Almacenes San Jose Pazar yerinde yaptığımız alışverişten sonra akşam yemeğine hazırlanmak üzere CASA’lara döndük.

Buraya bir parantez açayım, Küba’da unuttuğumuz bir şey hala devam ediyor. İnsanlar içme suyu olarak çeşme suyu kullanıyor. Şişe suyu sadece turistler için bulunduruluyor. Çeşme suyunun tadı alıştığımızdan farklı olduğu için, hoş şişe sularının tadı da biraz farklı, şişe suyu içtik ve fiyatları değişken olduğu için sürekli bir daha ucuz şişe suyu alma arayışları oldu.

Son enerjimizi de kullanarak Havana Kalesi’nde bulunan bir yerel restoranda müzik eşliğinde yemeğimizi yiyerek ilk günümüzü sonlandırdık. Gün boyu içtiğimiz, akşam yemekte de devam ettiğimiz Mojito’ların etkisiyle de derin bir uykuya daldık.

İkinci gün keyifli başladı. Dinlenmiştik ve CASA’larda doyurucu kahvaltılarımızı yapmıştık. Keyfimizi daha da arttıran klasik araba gezisiydi. Üstü açık klasik arabalara doluştuk. Şarkılar, kornalar eşliğinde, saçlarımızı rüzgara verdik; çocuklar gibi şendik. Havana turu yaptık. Muhteşem Havana Kent Ormanında mola verip bolca fotoğraf çektirdik.

Arabalar bizi Devrim Meydanı’nda bıraktı. Meydan anıtlarıyla çevresinde bulunan binalarıyla heyecan vericiydi. Bir an kendimi 1 Mayıs’ta yüzbinlerce coşkulu insanla bir arada olduğumu hayal ettim ve o an o coşkuyu yaşadım.

Coşkumuz dinmeden Fidel Kültür Merkezine geçtik. Burası müzesi, kütüphanesi, toplantı salonu, hediyelik satış mağazasından oluşan bir kompleks. Devrim öncesi Havana’nın hatırı sayılır zenginlerinden birinin devrimden sonra terk edilmiş konağı aslına uygun restore edilerek bu merkez oluşturulmuş. Kübalı mihmandarımız merkezi ayrıntılı bir şekilde tanıttı bize. Merkezin gördüğü yoğun ilgi nedeniyle ancak randevu ile ziyaret etmek mümkün.

Fidel’in çocukluğundan ölümüne kadar her türlü bilgi, fotoğraf, videonun bulunduğu bu merkezde devrim öncesi bağımsızlık mücadelesinden günümüze kadar verilen siyasi mücadelelerin izlerini takip edilebiliyor. Günümüzün dijital teknolojileri de kullanılarak çok zengin bir merkez oluşturmuşlar. Mihmandarımız merkezin halen geliştirildiğini ve daha da oylumlu bir hale getirmek için çaba harcadıklarını söyledi.

Öğle yemeğini bir pizzacıda yedikten sonra Afrika Evine gittik. Burası güzel bir müzeydi. Afrika’dan getirilen kölelerin Küba’daki yaşantısını çeşitli objeler ve canlandırmalarla gözler önüne seriyor, Hristiyanlık baskısı altında Afrika’dan getirdikleri inançlarını nasıl koruduklarına dair birçok bilgi edinmemizi sağlıyordu. Tatlı bir sürpriz, müze müdürü ‘Bisiklet Günlükleri’ filmindeki Che’nin arkadaşı Alberto Granada’nın oğluydu. Müze hakkında tüm bilgileri onun ağzından dinledik. Ziyaret Yoruba müzik ve dans gösterisiyle taçlandı.

Gün devam ediyordu. Otobüse binip Havana yakınındaki Fusterlandia kasabasına gittik. Kasaba adını ünlü ressam ve seramik sanatçısı Jose Rodriguez Fuster’den alıyordu. Kasabada yaşayan ve müze- atölye evi aynı kasabada olan Fuster ile tanışma fırsatımız da oldu. Fuster özellikle 1990 yılında Sovyetler Birliği’nin ve Avrupa’daki Sosyalist sistemin dağılmasından sonra yaşadığı derin ekonomik krizde, kasabanın moralini yüksek tutabilmek için, tüm kasabalılarla birlikte kasabayı açık hava müzesi haline getirecek şekilde resim ve seramiklerle donatmış. Her sokak, duvarlar, bacalar resim ve seramiklerle birer sanat eseri haline getirilmiş. Bol bol fotoğraf çektirdik ve değerli hediyeler aldık dostlarımız için.

CASA’lara döndüğümüzde herkes ayrı bir heyecanla hazırlanmaya başladı geceye; Buena Vista gecesiydi.

Mekan eski bir İspanyol konağın en üst katındaki terasıydı. Heyecanlı bekleyişimizi Mojito’larla yatıştırmaya çalışıyorduk. Az sonra orkestra yerini aldı ve ardından da tüm sanatçılar topluca sahnedeydiler. Önce topluca söylediler şarkılarını. Sonra hepsi teker teker sahne aldı ve bizlerde coşmuş bir şekilde dans etmek üzere sahnedeki yerimizi… Taimara ve Nahide Özkan’ın gurubu dans etmeye yüreklendirmeleri görülmeye değerdi.

Yorgun ama coşkulu bir şekilde otobüste de şarkılara söyleyerek ve dans ederek evlerimize döndük.

Havana’da son günümüzdü ama Havana dışına çıkacak, çevrede birkaç yeri gezip geri dönecektik. Kentten ayrılmadan önce bir puro fabrikasını ziyaret ettik. Pencere arkasından işçilerin puro yapımını izledik, görevliden bu süreç hakkında bilgi aldık. Ardından puro ve rom satan bir mağazaya gidip alışverişimizi yaptık.

Sonra yaklaşık üç saat süren ve kırsalı görme olanağı bulduğumuz bir otobüs yolculuğuyla puro tütünlerinin yetiştirildiği Pinar del Rio bölgesine gittik. Bir tütün çiftliğini ziyaret ederek tütün yetiştiriciliği hakkında bilgi aldık ve yaşamlarını yerinde gördük. İkram ettikleri rom ve kahveyi afiyetle içtik. Elleriyle sardıkları, mağazaya göre daha ucuz olan puroları satın aldık. Yolumuz üzerinde bulunan UNESCO Dünya Miras listesindeki Vinales Vadisi’ni seyir terasından seyrettik, fotoğraflar çektirdik.

Dos Hermanas Vadisi dört tarafı yüksek tepelerle çevrili bir vadi. Tepelerin altında mağaralar var. Nitekim bu tepelerden birinin altındaki mağaradan tepeyi boydan boya kat ederek vadinin diğer kısmına vardık. Kristof Kolomb öncesi adada yaşayanlar yoğun olarak bu bölgedeymiş. İspanyolların şiddeti ve getirdikleri mikroplar ada sakinlerini bir kişi bile kalmamacasına yok etmiş.

Bu vadide evrimi anlatan büyük bir kaya resmi vardı. Fotoğraflar çektik, isteyen at gezintisi yaptı.

Yemeğimizi yedikten sonra, biraları harikaydı, Havana’ya döndük.

Nahide Özkan ve Taimara uyum içindeydi, sadece gezerken değil, otobüste yol alırken da Küba’nın tarihi, ekonomisi, sosyal yaşantısı, kültürü hakkında bilgi vermeyi sürdürdüler. Amerika ablukasının dehşetini daha iyi anladık tüm bu anlatılardan sonra.

Dördüncü gün Havana’dan ayrıldık. Hedefimiz Giron yani Domuzlar Körfeziydi. Oraya varmadan önce bir gençlik kampını ziyaret ettik. Ülkenin dört bir yanından gelmiş, formel sanat eğitimi alamamış ama ilgi ve yeteneği olan gençlere müzik, dans, resim vb… eğitimleri verilen, konaklamaları da sağlanan, Karimakao kültür ve sanat proje merkeziydi burası. Gençlerle tanıştık. Merkez hakkında bilgi aldık. Bize hazırladıkları müzik ve dans gösterilerine izledik.

Domuzlar Körfezi’nde bulunan küçük müzeyi ziyaret ettik. Etraflıca bilgiyi müzede alınca, olaydan daha da etkilendik, adeta yaşadık.

Aynı yerde güzel bir öğle yemeğinden sonra deniz kenarında biralarımızı yudumladık.

Tekrar yola koyulduk. Küba’nın belki de en şirin kenti Cienfuegos’a vardık. Kent meydanında gerekli bilgileri aldıktan sonra kenti keşfetmek için dört bir yana dağıldık. Gezdiğimiz her yerde olduğu gibi burada da Kübalıların sıcak ilgisiyle karşılaştık. Hediyelik bir şeyler aldık. Siz siz olun hediyelik eşya stantlarında ya da dükkanlarında pazarlık yapmadan bir şey almayın. Fiyatlar hep pazarlık paylı zira.

Güneşin okyanusa batışını seyrettiğimiz bir otobüs yolculuğuyla havayı karartıp Trinidad’a vardık. CASA’larımıza yerleşip, duşumuzu aldıktan sonra hızla evlerimizden çıktık. Güzel bir akşam yemeği ve ardından Salsa gecesi bizi bekliyordu. Yemeğimizi eski bir İspanyol konağının avlusundaki restoranda yedikten sonra yine eski mütevazı bir evin avlusundaki salsa gecesine geçtik. Müzik harikaydı. Dans edenler de öyle. Biz de bu coşkuya kapılıp gecenin tadını çıkardık.

Ertesi gün uyandığımızda kendimizi bir Orta Çağ kentinde bulduk. Zaman Trinidad’ta adeta donmuştu. Her iki yanında bitişik nizam tek katlı, iki katlı eski ama bakımlı evlerin var ettiği birbirini ızgara gibi kesen kaba taş döşeli sokaklardan oluşan bir kent vardı karşımızda. Evlerin avluları hep iç kısımlardaydı.   Sokaklara açılan kapılardan başımızı içeri soktuğunuzda, bir resim galerisi, restoran, bar, hediyelik eşya satan dükkan ya da bir bakkal ile karşılaşmamız mümkündü.

Kentin meydanına yürüdük. Yine etrafı İspanyollardan kalma büyük güzel binalarla çevriliydi meydan. Tabii ki bir köşesinde kilisesi de mevcuttu. Yeri gelmişken Küba’da şu anda faal olan kiliseler yanında, kilise yerine başka amaçlar için kullanılan kilise binaları da mevcut. Kilise çanı kulesindeyse aktif olduğunu anlıyorsunuz, çan kapı yanında yerdeyse başka bir amaçla kullanıldığını biliyorsunuz.

Kent meydanın en güzel binası döneminin en zengin İspanyol’un konağı imiş. Restore edilip müze haline getirilmiş. Romantik Müze adı verilen konağı gezerek, o dönemlerde nasıl yaşadıklarına dair bir fikrimiz oldu.

Meşhur Taberna Canchanchara’da bir mola verdik. Yine müzik eşliğinde oranın yerel kokteyli olan Canchanchara’yı yudumladık. Küba’da içtiğim kokteyller içinde en çok beğendim bu oldu.

Daha sonra hepimiz kentin dört bir yanına dağıldık. Kimimiz meydanda Mojito’lar eşliğinde müzik dinleyip soluklanırken kimimiz de sokaklara açılan kapıları ziyaret ederek alışverişlerine devam ettiler.

Hediyelik eşya pazarları da vardı sokaklarda. Uygun fiyata birçok hediye seçeneği sunuyorlardı. Resim galerilerinde her kesin kesesine uygun çok çeşitli, bir kısmı da imzalı resimler bulunuyordu.

Akşamına program yüklüydü. Önce yine bir İspanyol konağının bahçesine konuşlanmış deniz ürünleri restoranında Istakoz yedik. Restorana geldiğimizde bizi karşılamaları harikaydı. Müzisyenler en oynak Latin parçalarını çalıyor, başta patron olmak üzere çalışanların hepsi de dans ediyor bir de Rom ikram ediyorlardı. Bir süre sonra buna gurubu da dahil ettiler. Yeterince müzik dinleyip, dans edip acıktıktan sonra içeri aldılar. Yemek süresince de dans ve müzik devam etti. Bir yandan yemek yedik bir yandan da dans ettik.

Yemekten sonra kentin kıyısında bir mahalleye gittik. Devrimi Savunma Komitesinin hazırladığı sokak şenliğine katıldık. Kahve, rom, pasta, müzik ve dans; Kübalılar tüm bunları bizimle paylaştılar. Şenlik çocukların okudukları şiirlerle başladı ve gece boyu devam etti. Kübalıların sıcaklığını, neşesini bir kez daha yaşamış olduk.

Trinidad neredeyse Havana kadar eski bir kent. Şeker kamışı yetiştirilen vadi ile liman arasına kurulmuş. Limandan biraz uzak yere kurularak hem korsan saldırılarına karşı bir korunma sağlanmış hem de şeker kamışı plantasyonlarına biraz daha yakın olmuş. Küba’ya Afrika’dan ilk köleler bu liman aracılığı ile Trinidad’a getirilmiş ve şeker kamışı tarlalarında çalıştırılmışlar.

Gezimizin sonuna yaklaştıkça gurubun birbirine kaynaşması da arttı. Başlangıçtan bu yana kusursuz bir uyum vardı zaten ve bunda gurup üyelerinin iyiliği yanı sıra iyi bir katalizör görevi gören Nahide Özkan’ın da büyük payı vardı. Ve özel bir parantez açılmasını hak ediyor Nahide Özkan: Küba’yı çok iyi tanıyor ve bize çok iyi tanıttı. Bu konuda çok nesnel olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ne göklere çıkardı, ne de yerin dibine batırdı. Neyse onu anlattı. Çok güler yüzlüydü ve de çok çalışkan. Tüm gezi boyunca başınızı nereye çevirseniz onu görmeniz mümkündü. En ufak bir sorunu büyümeden çözmede ustaydı. İçtenliği, gayreti, naifliği gurubu da etkiledi; kaynaşmamızı, uyumumuzu besledi.

Trinidad’tan ayrılma zamanı geldi ve gezide de altıncı gün. Yolda kentin kurulmasına neden olan şeker vadisine, Valle los Ingenios’a, uğradık. İspanyol döneminden kalan bir çiftliği ziyaret ettik. Kölelerin çalışama düzenini sağlayan kocaman bir çanı, köleleri gözetleyen kırk beş metre yükseklikte bir kuleyi, konağı gördük. Şeker kamışının suyunun nasıl çıkarıldığını gösterdiler. Tertemiz elişi dokumalar satan Kübalılardan alışverişimizi yaptık.

Yola devam ettik. Molayı yok olan ilk yerlilere saygı adına düzenlenmiş, onların yaşamlarını canlandıran malzemelerle inşa edilmiş bir otelde verdik. Öğle yemeğinden sonra Che’nin kenti Santa Clara’ya vardık. Che’nin yoldaşlarıyla birlikte yattığı müzesini ziyaret ettik. Hüzünlü anlar yaşadık. Yağmur müzeye girmemize izin verdi, çıkışında da gözyaşlarımızı saklamamızı sağlayarak bizi bir güzel ıslattı. İzin verdi diyorum çünkü yağmur yağarken müze kapanıyormuş.

Santa Clara’da Küba devrimin kaderini değiştiren zırhlı tren baskınının yapıldığı yeri ve zırhlı treni gördük. Taimara ve Nahide Özkan olayı en ince ayrıntısına kadar aktardılar bize.

Bekle bizi Varadero…

Varadero Küba’nın Kuzey’inde Havana’ya yakın bir sahil kasabası. Onu meşhur kılan 15-16 kilometre uzunluğunda, 2-3 km genişliğinde uzun ince bir dilin okyanusa doğru uzanması ve burada her şey dahil birçok dört ve beş yıldızlı büyük otellerin olması. Otelimize geldiğimizde hava kararmıştı. Odalarımıza yerleştiğimizde, büyük ve ferah odalardı, gezinin yorgunluğunu atabileceğimiz izlenimini çoktan almıştık. Yemeğin ardından gelsin Romlar, gitsin Mojito’lar… İsteyenler de animasyon alanında animatörlerle dans ettiler. Zaten Küba’nın her yerinde müzik dinleyebilir, dans edebilirsiniz. Turistler günün her saatinde, Kübalılar için çalışma saatleri dışında müzik ve dans gündelik yaşamın ayrılmaz bir parçası.

Gezinin bir kısmımız otelde kalıp okyanusun ılık sularında kulaç atmayı, pudra gibi kumsalında yürüyüş yapmayı, güzel Küba biralarının tadına bakmayı tercih ederken, bir kısmımız da Varadero kasabasını görmeyi, alışveriş yapmayı tercih etti.

Gezinin son akşam yemeğini otelde bir alakart restoranda hep birlikte gülüş cümbüş yedik. Telefonlar alındı, telefonlar verildi. Ne kadar güzel vakit geçirdiğimizden söz ederken Taimara’ya, Nahide Özkan’a, Daiman’a teşekkür edildi.

Sabaha karşı uyandırma telefonlarıyla ayağa kalktık. Neyse ki hazırlıklar yatmadan önce tamamlanmıştı. Kumanya kahvaltılarımız alıp otobüsümüze bindik. Gün aydınlanmadan Havana Havalimanı’ndaydık. Bizi bir hafta boyunca konforlu bir şekilde dolaştıran otobüsümüze, Taimara ve Daiman’a veda ettik.

Sorunsuz bir şekilde pasaporttan geçtikten sonra uçağımızı beklemeye başladık. Bu süreyi de gerek duty free de gerekse hediyelik dükkanlarda alışverişle değerlendirenlerimiz oldu.

THY İstanbul’dan zamanında geldi. Bizi zamanında uçağa aldılar ve havalandık, Karakas’a konduk. Uçaktan inmeden yolcu iniş ve binişlerini bekledik. Tekrar havalandığımızda uçak tamamen doluydu. İstanbul’a vardığımızda hepimiz mutluluktan yorgunluğumuz unutmuş bir şekilde bir başka Bizim Ada Turunda buluşmak üzere vedalaştık.

Küba hakkında gerek kitaplardan, gerekse internetten hemen her şeyi öğrenebilirsiniz. Ben yine de birkaç şey yazmak isterim.

Doğal kaynakları kıt bir ada ülkesi. Yüzlerce yıl İspanyolların amansız sömürüsüne maruz kalmış ve ilk sakinleri tamamen yok olmuş.

İspanyollar tarımsal işgücü için Afrika’dan köleler getirmiş, onları çalıştırmak için de İspanya’dan işçiler… Bu yetmemiş bir ara Çin’li işçiler de getirilmiş adaya. Küba halkı bu üç kökenden gelmekteymiş. Artık kökenlerinin hiçbir önemi kalmadığını, hepsinin Kübalı kimliğiyle birbiriyle kaynaştığını görebiliyorsunuz.

Ondokuzuncu yüzyılın başında başlayan bağımsızlık mücadelesi yüzyılın sonunda başarıya ulaşmış ve İspanyol yönetimi adadan kovulmuş. Yirminci yüzyıl başında kısa bir süre Amerika işgaline uğramış, sonra da Amerika güdümünde yönetimlerle yönetilmiş. Onun adeta arka bahçesi konumunda olma durumu Fidel, Che ve arkadaşlarının önderlik ettiği devrimden sonra sona ermiş. Amerika bunu içine sindirememiş ve o günden bu yana süren vahşi bir abluka ile karşılık vermişler ve vermeyi sürdürüyor.

1 Ocak 1959’da Batista’nın ülkeyi terk etmesiyle başarıya ulaşan devrimin, 17 Nisan 1961’de Domuzlar Körfezi saldırısının başarısızlığa uğratılması sonrası Sosyalist devrim olduğu ilan edilmiş. O yıldan bu yana Sosyalizm ile idare edilen Küba, abluka yanı sıra değişik yöntemlerle sürekli saldırı altında. Ülkede eli tutan her kes olası bir Amerika işgaline direnmek için sürekli eğitim almakta, mahallelerde kurulan ‘Devrimi Savunma Komiteleri’ (Comites de la Defensa de la Revolucion- CDR) vasıtasıyla örgütlenmektedir.

Ekonomisi tarım ve hafif sanayi yanı sıra son yıllarda turizme dayanmaktadır. Biyoteknolojide dünyanın önde gelen ülkeleri arasına girmiştir. Yine de ekonomik alanda yapmaları gereken çok şey var gibi durmaktadır.

Eğitim ücretsiz olup dokuz senesi zorunludur. Sonra öğrenciler eğilimlerine göre mesleki teknik öğretime ya da üniversite öncesi eğitime yönlendirilmekte, üniversiteye okul başarı puanı ve üniversite sınav sonucuna göre yerleştirilmektedir. Meslek teknik eğitimden her zaman üniversiteye geçme imkanı sunulmaktadır. Üniversiteleşme oranı yüksek ülkelerden biridir.

Sağlık ücretsiz olup, sağlık göstergelerinde birçok zengin Kapitalist ülkenin önünde yer almaktadır. Yetiştirdiği doktor ve sağlık çalışanlarının bir kısmını yoksul ülkelere göndermekte ve dayanışmanın güzel örneklerinden birini sergilemektedir.

Konut sorunu kentlerde toplu konutlarla, kırsalda ise küçük ama kullanışlı evlerle büyük ölçüde çözülmüş durumdadır. Kirada oturan çok az Kübalı olduğu söylenmektedir.

İşsizlik yok denecek kadar azdır. Ülke yönetimin sıfır işsizlik politikası halkın işsiz kalmasını engellerken, iş verimini de düşüren bir etken gibi durmaktadır. Üç kişinin yapabileceği bir işi sekiz on kişinin yapması verimsizliği ve beraberinde üretimde sıkıntıyı getirmekte, yönetimin çözmekte zorlandığı bir sorun gibi durmaktadır.

Temas halinde bulunduğum, gözlediğim Kübalıların huzurlu ve mutlu olduklarını gördüm. Hiçbir şeyde aceleleri yoktu. Sakin, ağır davranıyor, şakalaşıyor ve bol bol kahkaha atıyorlardı.

Son olarak güzel bir ülkeyi gezdiğimi, güzel insanlarla bir yaşam dilimini paylaştığımı söyleyebilirim.

Bir de tüm engellemelere rağmen Küba’nın kendi özgücüyle daha müreffeh bir ülke olabileceğine, yönetimin halkıyla birlikte bu yolu bulacağına olan inancımı tazelediğimi…

Nedim İnce

Ayvalık / 17. 12. 2022

  • Yorum Yaz

    * Required
    ** Email