preload preload preload preload

Yalnızlık


30th Kasım 2021 Köşe Yazıları 0 Comments

YALNIZLIK

Üzerine şiirler yazılmış, felsefenin sorunu olmuş, sanata ilham vermiş bir durum yalnızlık. Yazı konusu olmayı da hak ediyor.

İnsan evrim basamaklarını tırmandıkça gelişen beyniyle birlikte yaşamanın imkanlarını arttırarak sosyal varlık olma yolunda önemli mesafeler aldı. Bu, bir yandan beslenme, barınma gibi temel gereksinimlerini karşılarken diğer yandan da soyunu sürdürebilme yeteneğine ek olarak uyum kapasitesini arttırdı.

İnsan yavrusu, bir toplumun içine gözlerini açıp, annenin ve çevresinin bakımı ile yaşama tutunmakta, ömrünü burada sürdürmekte ve bu akışta karmaşık birçok ilişkiler yaşadıktan sonra yolun sonuna gelmektedir.

Çevresinde sürekli bir benzeri bulunan, büyümesini, kişiliğinin oluşmasını, kendini tanımasını ve tanımlamasını sağlayan insan, bu hengâmenin içinde yalnızlık nedir bilmeden bir ömür geçirmektedir.

Acaba gerçekten öyle mi?

Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğüne göre yalnızlık yalnız olma, kimsesizlik, kimsenin bulunmaması durumudur.

Bu tanımlara bakacak olursak insanın büyük oranda yalnızlık bilmeden yaşadığını söyleyebiliriz. Ancak bir adım daha atıp yalnızlığı fiziksel durumdan duygu dünyasına taşıdığımızda işin renginin biraz değiştiğini görebiliriz. Zira kendini yalnız hissetme diye bir kavramla karşılaşıyoruz bu duygu evreninde.

Geriye dönüp bir yokladığınızda, yapayalnız olduğunuzu duyumsadığınız ne kadar çok an olduğunu şaşkınlıkla görürüz. Ve üstelik bu anların kalabalık ortamları da içerdiğini görünce şaşkınlığımız daha da artar.

Aslında şaşılacak çok şey yok. İnsan kendi hayatına doğuyor, kendi ömrünü sürdürüyor ve kendi ölümüne varıyor. Burada sadece kendisi var. Çevrede insanlardan oluşan bir kalabalık olsa da bu gerçeği ortadan kaldırmamaktadır. Kısaca kişinin kendini yalnız hissetmesinin kaynağı bizzat kendi yalnızlığıdır dersek abartmış olmayız sanırım.

Doğanın bir parçasıyken insan- ki maalesef artık değil, çünkü büyük oranda doğaya egemenlik kurdu- yalnızlığı günümüzdeki biçimiyle yaşamıyordu; çünkü bilmiyordu. Belki koşulların zorluğuyla fiziksel olarak klanından ayrı düştüğü için “yalnız” kalabiliyordu bir süreliğine. Oysa bu gün fiziksel olarak kalabalıkların içinde ruhen yapayalnız insanlarla dolu dünya. İşte tam da böyle durumlarda “özel” bazı insanlar –sanatçılar- ürettikleriyle çıkıveriyorlar karşımıza. Bizim bu olan bitenlerden haberdar olmamızı sağlıyorlar; şiirleriyle, romanlarıyla, filmleriyle…

Önce topraktan kopan insan, sanayi toplumunun yan ürünü olan hızlı ve kaotik kentleşme sonucu ilişkilerinin karmaşıklığı arttığı oranda bir birinden de ayrışmaya başladı ne yazık ki… Yalnızlık hissinin şiddeti, sanatçı duyarlılığı eşiğini aşıp sıradan insanlara da rahatlıkla ulaşır düzeye geldi bunun sonucunda.

Asrın en önemli sağlık sorunlarından biri olduğu ileri sürülen depresyon bu mümbit topraklarda boy atmakta; güvensizlik, huzursuzluk, karamsarlık ve umutsuzluk gibi olumsuz duygular da bu fırsatı kaçırmamaktadır.

Yalnızlık duymayı engelleyen iyi insan ilişkilerinden, daha fazla güç ve tüketme kapasitesi uğruna, gönüllü olarak vazgeçen insan, karşılığını her geçen gün daha da ağır bir şekilde ödemektedir ve ödeyecektir.

Yalnızlık, yalnız yaşayan insanların artmasıyla fiziksel olarak yaygınlaşırken, sıcak ilişkilerin kurulmasını zorlaştıran rekabetçi ortamda, iyi ilişkiler için yeterli çaba göstermeme sonucunda yalnızlık duygusu olarak da insanları ele geçirmektedir.

Yalnızlığın olumsuz durum ve duygularından söz ettik kısaca.

Bunun istisnasının olduğunu söylemezsek konu eksik kalır.

İnsan bazen yalnızlığı kendi tercih eder. Kalabalığın gürültüsünden uzaklaşarak sakinliğe fırsat tanır. Bazen de bunu iç yolculuğuna imkan tanıyan bir durum olarak değerlendirir.

Yalnızlık yeri gelir sıkıntıdır…

Yeri gelir huzur, sakinlik ve kendini tanımanın bir yoludur.

Biz nasıl yaşarsak…

Nedim İnce

Ayvalık / 28. 11. 2021

  • Yorum Yaz

    * Required
    ** Email