Dünya Sağlık Örgütü altmış beş yaş üstünü yaşlı olarak sınıflandırmaya devam etmektedir.
Altmış beş yaşı yeni deneyimleyen biri olarak sosyal medyada dolaşan ve altmış beş yaşı geç orta yaş olarak sınıflayan bilgi moralime olumlu ya da olumsuz bir etki yapmamaktadır. Bu, yaşlılığı, oraya kadar ömrü yetenler ve yeten benim için hayatın bir evresi olarak kabul ettiğimden olsa gerek.
Senelerin ilerlemesiyle bedensel ve dolayısıyla ruhsal yıpranmalar kendini gösterir. Yılların beden ve ruh üzerindeki yıpratıcılığında, yarattığı hasarın derecesinde yaşam tarzı, genetik yapı, çevresel koşullar, kronik hastalıklar gibi daha birçok etken rol alır.
Beden yıpransa, ruh yorulsa da, hareketler kısıtlansa, moral sendelese de beyin başka şeyler yapar; yaş aldıkça hayattan biriktirdikleriyle daha da zenginleşir, gelişir ve olgunlaşır.
Ve karşımıza o meşhur söz çıkar: “ Gençler düşünebilse, yaşlılar yapabilse”
Hareketleri yavaşlayan, fiziksel gücü azalan yaşlı insanlar, insanların yiyeceklerini kendi üretmek zorunda oldukları tarih öncesi zamanlarda, bu yetilerini kaybettikleri için bazı toplumlarda dışlanıyor ve ölüme terk ediliyorlardı.
Bu kötü haberi iyi yapan bir şey varsa; o da sözü edilen zamanlarda çok az insan yaşlılığa ulaşabildiği için insanların çok azı bu akıbetle yüzleşiyordu.
Zamanla yiyecek üretimi teknolojisiyle yiyecek bollaştı, buna karşın yaşlı insanların toplumdaki oranı artmadığından toplum tarafından beslenebilir hale geldiler. Yaşamalarına izin verilse de değersiz oldukları her durumda hissettirilerek…
Bilgi ve teknolojinin gelişmesi ile sahne alan sanayi toplumunda yaşam standardının yükselmesi, hijyenin gelişmesi, mikrop ve virüslerle mücadelede olağanüstü başarılar elde edilmesi ortalama yaşam süresini uzattı.
Toplumda altmış beş yaşını geçen insanların sayısı hızla artmaya başladı. Kişisel bir durum olan yaşlanma; toplumun yaşlanması ile sosyal bir konum halini almaya başladı.
Üretim biçimi ve verimliliği, yaşı ilerleyen insanların üretimde kalmasına, ekonomik sorun yaratmamasına rağmen, binlerce sene öncelerden gelen, neredeyse genlere işleyen önkabuller nedeniyle; yaşlılık hem kişinin kendi gözünde hem de toplumun gözünde olumsuz düşünceleri, duyguları çağrıştırmayı sürdürmektedir.
Yaşlı insanlar kendilerini kolaylıkla değersiz, işe yaramaz, ölümü bekleyen, “Allah canımı alsa da kurtulsam” diye hissederken; toplum “yaş yetmiş iş bitmiş” anlayışının egemen olduğu bir düşünce ile yaşlılara yaklaşmaktadır.
Şu anda dünya nüfusunda yüz kişiden onu altmış beş yaş üstüdür. 2050 yılında bu sayısının on altıya çıkacağı öngörülmektedir.
Beklenen düzeyde olmasa da yaşam koşulları düzeldikçe, sağlık hizmetleri yetkinleşip, yaygınlaştıkça, bilim ve yansısı teknoloji geliştikçe yaşam süresi uzamaya devam edecek ve toplum daha ileri yaşlarda daha çok insanı barındırır olacaktır.
Bakıma muhtaç birçok yaşlı insanın yanı sıra daha dinç, daha donanımlı ve hayatın içinde kalmaya devam eden yaşlı insanların toplumdaki oranlarının artmasına yaklaşım, yaşlılığa bir tükeniş, bir tüketiş olarak bakmaya devam eden tarihsel mirastan, bir hastalık olarak kavramsallaştıran günümüz yaklaşımından kurtulduğumuzda, onu yaşamın doğal bir süreci olarak gördüğümüzde, sağlıklı bir hale gelecektir.
Bu durumda yaşlıların yıllar içinde edindikleri deneyimlerin zenginliğinden, oluşturdukları bilgeliklerinden yararlanabilir, paylaşımcı ve dayanışmacı bir toplumda yaşamının tadını çıkarabilir, bir gün ömrü yeten herkesin da yaşlanacağını, yaşlı bir insan olacağını aklımızdan çıkarmadan, paradan çok tabiatın kıymetini de bilebiliriz…
Nedim İnce
23. 08. 2022 / Altınoluk
Son Yorumlar