Sermayenin sadece para olmadığını Karl Marx’tan bu yana biliyoruz. Ondan önce de varoluş nedeni kar için her şeyi yapabileceğini…
Dünyanın bugünkü haline bir göz atın ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.
Geçen yüzyılda kendini kar topu gibi büyüten, sonuna doğru da gelişen teknolojiyle dünyayı ışık hızıyla dolaşma kapasitesine ulaşan sermaye; karını arttırabilmek için hayatın her alanına el attı.
Bu alanlardan biri de tarım ve hayvancılıktır. Öncelikle merkez ülkelerde başlayan endüstriyel tarım ve hayvancılık; küreselleşen sermayenin ruhuna uygun az gelişmiş ve gelişmemiş ülkelere de dayatılmaya başlandı.
Ülkemizde 24 Ocak 1980’de alınan ve ulus ötesi sermayenin önündeki engelleri kaldıran kararlar; 12 Eylül 1980 ordu darbesiyle eksiksiz bir şekilde hayata geçirildi. Bunun dramatik ekonomik sonuçları oldu; günümüze kadar güçlenerek gelen ve bu gün de yaşadığımız…
Bunların en önemlilerinden biri kırsalın boşaltılması, endüstriyel tarıma ve hayvancılığa yer açılmasıdır; üretim ve tüketim alanı olarak…
Adeta beyin yıkanarak; kentlerde yaşayan insan sayısı arttıkça ve kırsal boşaldıkça daha müreffeh bir ülke olacağımız masalı anlatıldı yıllarca. Bu propaganda eşliğinde insanlar kırlardan kentlere adeta boca edildi. Kırsal boşaltıldı.
Geride kalanların elerinden tohumları alındı, ulus ötesi sermayenin tohumlarına, ilaç ve gübrelerine mahkum edildi. Tarıma destekten vazgeçilerek çiftçilerin ürünleriyle geçinmesi zorlaştırıldı. Bunun yanı sıra küçük çiftçinin günlük kazancını istikrarlı hale getiren, meradan da destek alıp damında tarımsal çıktılarıyla beslediği birkaç hayvanın etinin, sütünün, yününün para etmesi olanaksız hale getirildi. Hayvanından vazgeçmek zorunda kalıp günlük gelirinden olan çiftçi, bankanın, tefecinin eline düştü: Kırsal biraz daha boşaldı…
Son günlerde ‘ucuz et’ etrafında dönenler sayesinde; 1980 yılından bu yana, neden gelişmişliğin tarifinin; kentlerde, kırsala göre çok daha fazla insanın yaşaması üzerinden yapıldığını daha iyi anlamaktayız.
Endüstriyel hayvancılık, endüstriyel tarımla kombine yapılmaktadır. Hayvanlar, doğal gelişim alanlarından uzak, GDO’lu soyanın ağırlıkta olduğu, GDO’lu mısırın ve protein için de kesilen kendi artıklarının eklendiği yemlerle ve kısa zamanda kilo aldıracak yöntemlerle beslenmektedir. Teknolojinin her türlü olanağı ile çok büyük çapta yapılan, sağlıklılığı soru işareti barındıran, bu üretim et maliyetini azaltmaktadır. Küçük çiftçileri, ulus ötesi endüstriyel hayvancılığın önüne atarsanız, ülkemizde olduğu gibi, onu paramparça etmeleri anlık bir şeydir.
Yusuf Yavuz, Odatv’deki “Ucuz Et Oyununun Arkasındaki Korkunç Plan” başlıklı yazısında, Erhan Ünal’ın yazdığı “Toprak Biterken” ve “Ekmek Biterken” kitaplarından yararlanarak, genelde endüstriyel hayvancılığın ne olduğunu ortaya koyarken; ülkemize canlı hayvan ithalinde başı çeken Lübnan merkezli Hijazi- Ghosheh Co Ltd. şirketi üzerinden de günümüzün ‘ucuz et’ öyküsünü gözler önüne sermektedir.
Tarımımızı, hayvancılığımızı ulus ötesi şirketlerin endüstriyel tarım ve hayvancılığına yem etmeye devam edersek…
Korkarım karnımızı doyurmak için paramızın olması yetmeyecek…
Çünkü kimin karnını doyuracaklarına gün gelecek onlar karar verecekler…
Dr. Nedim İnce
Altınoluk / 24. 11. 2017
Son yorumlar