Sanayi devriminin ilk başladığı Avrupa’da, açığa çıkan işçi ihtiyacı için çocuk ve kadınların çalıştırılmaya başlanması bir yana aileler zorla toprağından koparılıp fabrikaların etraflarına yerleştirilmiş.
Sanayileşme arttıkça kırsaldan kentlere akış daha da yoğunlaşmış. Bu akışı sadece kentin çekim gücü oluşturmamış, hükümetlerin kırsalı boşaltma çabası da buna eklenmiş.
Ülkemizde köy/ kent nüfus değişimi çok daha dramatik olmuştur. Bunda sanayileşmenin katkısı ve kentin çekim gücü tartışılmaz olsa da son on yıllarda hükümetlerin köyden şehre itme politikaları daha belirleyici olmaya başlamıştır.
Şu rakamlar bize çok şeyi anlatmaktadır.
YIL KÖY NÜFUS ORANI KENT NÜFUS ORANI
1927 %74 %26
1965 %65 %35
1985 %46 %54
2000 %35 %65
2010 %24 %76
2015 %7.9 %92.1
1927 den 65’e yaklaşık kırk yıl içinde oranda ciddi bir değişiklik olmazken, 1960 yılından sonra hızlanan sanayileşme sonucunda 1965 ve 85 yılları arasında, yirmi yılda kent nüfusu köy nüfusunu geçmiştir.
Bir önceki yazıda da söz edildiği gibi 1980’li yılların başından itibaren köyleri kentlere sürme politikası uygulanmış, tarıma teşvikler kesilir, ekim yasakları getirilirken, köylünün en iyi dostu Et-Balık, SEK gibi KİT’ler özelleştirilmiştir. Bunun yanı sıra kentlerin çekiciliği de abartılarak her fırsatta kırsalın gözüne sokulmuştur.
Tabii ki köylerden kentlere akım hızlanmış ve oran hızla kent lehine değişmiştir. 2015 yılındaki orana takılmamak gerekir, zira yasayla bir gecede birçok köy ilçelerinin mahalleri olup kentten sayılır olmuştur. Örneğin doğup büyüdüğüm 130 yıllık Hasanbey Köyü, artık Gönen’in Hasanbey Mahallesi’dir.
Tüm bunlar sonucunda, köylerdeki nüfusu seyrekleşen, tarlaları boşalan, küçük aile işletmeleri hızla azalan, gün be gün endüstriyel tarımın işgaline uğrayan bir ülke duruyor karşımızda: ilacı, tohumu, gübresi ulus ötesi şirketlere bağımlı, sadece o kadar olsa iyi; tarım politikası büyük ölçüde onlar tarafından yönlendirilen…
Köyünde hem kendine hem de pazara tarımsal ve hayvansal besin üreten çiftçi, kentte sanayi ve hizmet sınıfının ucuz işçisine dönüşerek tam bir besin tüketicisine durumuna gelmektedir. İşsiz kaldığında açlık kapısını çalmaktadır. Bu da onu işveren karşısında daha da güçsüz hale getirmektedir.
Bunlarla birlikte hızla ve çarpık büyüyen kentlerde yaşam kalitesi düşmekte, kent kültürü yozlaşmakta, mutsuz, kaotik ve şiddeti bol bir ortam oluşmaktadır.
Ekonomik krizler, kentlerde yaşayanların köy bağlantıları nedeniyle nispeten yumuşak atlatılırken, artık bu olanak da ortadan kalkmaktadır.
Endüstriyel tarımın getirdiği aşırı ilaç ve gübre kullanımı bir yandan toprağın niteliğini bozmakta diğer yandan besin kalitesini düşürmektedir.
Endüstriyel besine, uzun süre dayanması ve uzaklara taşınabilmesi için katılan katkı maddeleri ciddi sağlık problemleri yaratma potansiyeline sahip olmakta belki de son yıllarda çok artan kanser vakalarının nedenlerinden birini oluşturmaktadır.
Büyük kitleler halinde kümelenmiş kentlere uzaklardan taşınan besin maddeleri daha fazla petrol tüketimine yol açmakta ve dolayısıyla küresel ısınmanın değirmenine CO2 taşımaktadır.
Gerek ürün kalitesi ve maliyeti, gerek mevcut toprakların etkili bir şekilde değerlendirilebilmesi, gerek işsizliğin ve açılığın engellenmesi, gerek kentlerin nefes alabilmesi, gerekse insanların üretici, sırtı pek, karnı tok ve mutlu olabilmesi için aile tarım işletmelerini desteklemek şart gibi durmaktadır.
Tabii ki bunun yanısra, bir yandan köylerin kentlere rahat ulaşacağı olanakları arttırırken diğer yandan onları daha yaşanası yerleşimlere dönüştürmek için gereken yatırımlarla beslenmesi koşuluyla…
Son yorumlar