İnsan evrim basamaklarını tırmandıkça gelişen beyniyle birlikte sosyal varlık olma yolunda önemli mesafeler aldı. Bu, bir yandan beslenme, barınma gibi temel gereksinimlerini karşılarken diğer yandan da soyunu sürdürebilme yeteneğine ek olarak uyum kapasitesini arttırdı.
İnsan yavrusu, bir grubun içine gözlerini açıp, hayatını burada sürdürmekte ve bu akışta karmaşık birçok ilişkiler yaşadıktan sonra yolun sonuna gelmektedir.
Çevresinde sürekli bir benzeri bulunan, büyümesini, kişiliğinin oluşmasını, kendini tanımasını ve tanımlamasını sağlayan insan, bu hengâmenin içinde yalnızlık nedir bilmeden bir ömür sürdürmektedir.
Acaba gerçekten öyle mi?
Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğüne bakalım
Yalnızlık: 1. isim Yalnız olma durumu, kimsesizlik. 2. Kimse bulunmama durumu, ıssızlık, tenhalık. Şeklinde tanımlanmaktadır.
Bu tanımlara bakacak olursak öyle gibi duruyor. Ancak bir adım daha atıp yalnızlığı duygu dünyasına taşıdığımızda iş biraz değişiyor, sanırım. Kendine yalnız hissetme diye bir kavramla karşılaşıyoruz bu duygu evreninde.
Geriye dönüp bir yokladığınızda, yapayalnız olduğunuzu duyumsadığınız ne kadar çok anlar olduğunu şaşkınlıkla görürüz. Ve üstelik bu anların en kalabalık ortamları da içerdiğini görünce şaşkınlığımız daha da artar.
Aslında şaşılacak çok şey yok. İnsan kendi hayatına doğuyor, kendi ömrünü sürdürüyor ve kendi ölümüne varıyor. Burada sadece kendisi var. Çevrede olanlar kalabalığı oluştursa da bu gerçeği ortadan kaldırmamaktadır. Kısaca kişinin kendini yalnız hissetmesinin kaynağı bizzat kendi yalnızlığıdır.
Doğanın bir parçası olarak yaşadığı zamanlarda, gerek tabiatla gerekse birbirleriyle kurdukları sıkı ve yakın ilişkiler nedeniyle yalnızlık gerçeğinin yarattığı duyguların şiddetinin, hissetme aşamasına seyrek olarak geldiğini söylemek abartı olmaz. Bunu yaşayanlardan bazılarının, sanatı kullanıp diğer insanların haberdar olmalarının yollarını açtıklarını ve bizlere kadar ulaşmasını sağladıklarını görüyoruz ki bunlara sanatçı adını veriyoruz.
Önce topraktan kopan insan, sanayi toplumunun yan ürünü olan hızlı ve hormonlu kentleşme sonucu ilişkilerinin karmaşıklığı arttığı oranda bir birinden de ayrışmaya başladı ne yazık ki… Yalnızlık hissinin şiddeti, sanatçı duyarlılığı eşiğini aşıp sıradan insanlara da rahatlıkla ulaşır düzeye geldi bunun sonucunda.
Asrın en önemli sağlık sorunlarından biri olduğu ileri sürülen depresyon bu mümbit topraklarda boy atmakta; güvensizlik, huzursuzluk, karamsarlık ve umutsuzluk gibi olumsuz duygular da bu fırsatı kaçırmamaktadır.
Yalnızlık gerçeğinin yüzeye vurmasını engelleyen tüm araçlardan; daha fazla güç ve tüketme kapasitesi uğruna, gönüllü olarak vazgeçen insan karşılığını her geçen gün daha da ağır bir şekilde ödemektedir ve ödeyecektir.
Bir Cuma akşamı akşam yemeğinden sonra, toprağa yaklaşan bulutlar, yağmur damlalarını cömertçe aşağıya bırakmaya başladılar.
Rüzgârın; “Havanın erken kararmasına bakma, dışarıya gel, beni ve sağa sola savurduğum damlaları hisset” davetine uyarak kendimi dışarı attım. Deniz kıyısında benden başka kimsenin olmamasının da yarattığı fiziksel yalnızlık ortamında, uzaklarda, bunları düşündüm.
Ve şimdi de sizlerle paylaşıyorum. Yalnızlığın, zaman zaman “Ben ne yapıyorum? Nereye gidiyorum?” sorularına fırsat tanıyan olumlu işlevinin olduğunu da gözden kaçırmayarak…
Dr. Nedim İnce
Vancouver / 14. 04. 2013
Son yorumlar