Yazının başlığı Üroloji Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Erözenci’nin Yeni Yaz yayınları tarafından 2003 yılında basılan kitabının ismidir.
Kitabın arka sayfasındaki tanıtım yazısında şu satırlara rastlamaktayız.
“…Prof. Dr. Ahmet Erözenci, bir akademisyen,-uzman, bir hekim, bir hasta, bir hasta yakını…bir insan olarak “amansız hastalık” ve onun karşısında “biz”i insanı irdeliyor. Çok farklı, özgün, denenmemiş bir yöntemle: Filmlerden edindiğimiz dil, duygu, rol kalıplarının bizi düşündüğümüzden çok daha fazla etkilediğini ortaya koyuyor. Bir Türk Filmi Olarak Kanser, hayatı yakalamanın ve yaşamanın ipuçlarını veriyor”.
Kanser ismi eski Yunancada yengeç isminden türetilmiştir. Yengecin kıskaçlarının yarattığı ürküntü ve kavradığını bırakmamasının oluşturduğu çağrışım hastalığa ne kadar da uyuyor!..
Gerçekten de yukarıda sözünü ettiğim kitapta da ayrıntılı olarak anlatıldığı gibi kanser kelimesi insanlarda ürküntüye ve bir kez yakalandıktan sonra kurtulma şansının olmadığı düşüncesiyle çaresizliğe ve umutsuzluğa yol açmaktadır.
Yaşantımız boyunca vücudumuzun bazı hücreleri ölür ve yerini yenileri alır. Bu bir denge çerçevesinde gerçekleşir. Henüz nasıl olduğunu tam çözemediğimiz bir mekanizma ile bu denge bozulur ve hücreler anormal çoğalmaya başlar, bu program dışı çoğalma ile oluşan hücreler bir süre sonra tüm vücudu da istila eder: Kanser adını verdiğimiz hastalık oluşur.
20. yüzyılın ilk yıllarında mikropların yaptıkları hastalıklar, salgınlar ölüm nedenlerinin en başında yer alıyordu. 1920’li yıllardan sonra mikrop öldürücü ilaçların bulunması, bunu Penisilin ve diğer antibiyotiklerin izlemesi enfeksiyon hastalıklarını korkulur olmaktan çıkarmıştır. Enfeksiyon hastalıklarının tahtına kanser oturmaya başlamıştır.
Artan tanı olanakları yanında sanayileşen toplumun yaşam tarzı her geçen sene kanserli hasta sayısını arttırmıştır. İnce hastalık korkusu, yerini kanser korkusuna bırakmıştır.
Gelişen endüstrinin oluşturduğu yaşam tarzı kalp ve damar hastalıklarının da hızla artmasına neden olmuş, o kadar ki ölüm nedenlerinde birinci sıraya oturmuştur.
Ölüm nedenlerinde birinci sırayı ele geçiren kalp ve damar hastalıkları, ikinci sırada olan kanserin korku tahtını zapt edemedi. Neden sorusu, sağlık psikologlarının kafa yormasına ihtiyaç duyuyor.
Kanser oluşum mekanizmasının ve onu başlatan ana şeyin henüz tam olarak açıklanamaması, tedavisinin her zaman mümkün olmaması, yaşamın sonlanmasına doğru çoğunlukla yoğun acılar çekilmesi ve geçmişten gelen olumsuz deneyimler; ondan daha fazla korkulmasına yol açmaktadır.
Geçmişte kanser hastalarına neredeyse hiçbir şey yapılamıyordu. Şimdi gelişen tanı teknikleri, geliştirilen ilaçlar, cerrahi tedavi yöntemleri, radyoterapinin gelişen olanakları birçok kanser türünü tedavi edebilecek imkanı sunmaktadır. Artık tıp kanser karşısında çaresiz değildir. Kanseri tam iyileştirebilmekte, hastanın ömrünü uzatabilmekte, yaşam kalitesini arttırabilmektedir.
Tüm bu gelişmelere rağmen kanser korku tahtını bir süre daha elinde tutacak gibi görünmektedir. İnsanların eski deneyimlerinden gelen olumsuz duyguları silip atmaları zaman almaktadır.
Kanserde tartışılan konulardan biri de hastaya kanser olduğunu söylenip söylenmeyeceğidir. Aslında bu tartışmanın kaynağı da eski olumsuz deneyimlerin yarattığı derin korkudan kaynaklanmaktadır. Önceleri kansersin demek acılar içinde, bir şey yapılamadan öleceksin demekti ve hala ‘kansersin’ kelimesi bu anlamı yoğun olarak taşımaktadır.
Hastaya, hastalığının söylenmesini istemiyorsanız bu konudaki sorun bitmiştir. Şayet söylenmesinden yana iseniz sorun derinleşerek artıyor demektir. Batı kültüründe olduğu gibi hastanın duygularını fazla önemsemeden mekanik olarak hastalığının ve olası sonuçlarının söylenmesi doktorun işini kolaylaştırır ama hastanın sorununu arttırabilir yani sorun hasta cephesinde derinleşebilir. Galiba hastanın duygu durumunu dikkate alarak, hastayı hazırlayarak söylemek, bazen de tüm bu hazırlıkların sonucunda çıkan durumu göre söylememek doğru bir davranış olabilir.
Kısaca her hastalıkta olduğu gibi bunda da her kanserli hastada, hastaya yönelik davranmak, her hastada yeniden ve yeniden değerlendirme yapıp söyleyip söylememe, söylenecekse, söyleme tarzı hakkındaki kararları ona göre almak işin doğrusu gibi duruyor.
Son yorumlar