Çok tartışılan ancak olayın doğruluğunu büyük ölçüde temsil ettiği kabul edilen bir söz vardır: “İnsanlar yaşadıkları gibi düşünürler”
İnsanlar, doğa karşısında, diğer canlılar karşısındaki güçsüzlüklerini; evrimin onlara bahşettiği gelişmiş beyin fonksiyonlarının yaratıcılığı ile bir araya gelerek, sosyal bir varlık haline dönüşerek büyük ölçüde ortadan kaldırdılar. Bu nedenle insanlar yüzbinlerce sene bir birlerine muhtaç yaşadılar.
Bir birleriyle ilişkileri, bu muhtaciyet nedeniyle, hep bire bir ve hep doğrudan oldu. İnsan buna göre düşünmeye, davranmaya başladı. Üretmesi, paylaşması, tüketmesi, toplumsal örgütlenmesi bu zeminde gerçekleşti.
On binlerce sene üretimin ana enerjisi canlı enerjisi oldu. İnsanın kendi bedeninin ve evcilleştirdikleri hayvanların enerjisi… Kullandığı aletlerin hemen hepsi bu enerjiye gereksinim duyuyordu; rüzgarın enerjisini kullandığı yelken ve yel değirmenleri hariç…
Gelişen bilimin teknolojiye yansıması sonucunda ısı enerjisinin buhara transferi ile yapılan buhar makineleri artık canlı enerjisinin yapamayacağı devasa kapasitelerin ortaya çıkmasına neden oldu üretimde…
Derken petrol ve türevlerini kullanan git gide küçülen ama gücü artan motorlar, ısı, kinetik ve statik enerjinin elektrik enerjisine dönüştürülüp, elektriğin hayatın her alanında kullanılır hale gelmesi…
İnsanların yaşaması için artık çok az canlı enerjisine gereksinimleri kalmıştır. Çok az kas gücü ve fazlaca beyin gücü…
Otomasyonu hızlıca bilgisayar takip etti ve onu da internet; elektromanyetik teknoloji alanındaki gelişmelerin gündelik hayatın her hücresine nüfuz etmesi sıradanlaştı…
Neredeyse insana, insan enerjisine gereksinim duyulmayan bir dünya gerçekleştirildi insan tarafından.
Burada bir paradoks oluştu: İnsan yaşamak için artık başkasına muhtaç değil ve tüm bunların sonucunda devasa kentlerde birbirine muhtaç olmadan iç içe yaşamak zorunda…
Diğer yandan bir gerilim alanı daha belirdi. Yaşadığı teknolojik ortam başka insana ihtiyacıortadan kaldırıyor ve düşüncesi buna göre şekillenip onunla iletişim kurmanın zahmetlerine katlanmak istemiyor, hatta kaçınıyor: ilişkiler yüzeyelleşiyor, donuklaşıyor, mekanikleşiyor. Ancak yüzbinlerce senelik evrimden gelen ve bu güne kadar soyunu sürdürmesine olanak sağlayan bir başkasıyla sıcak, içten, derinlemesine ilişki kurma gereksinimi hala beyninin derinliklerinde onu sürekli taciz ediyor. Bu kadar kolaylaşmış bir hayatta, sonsuz ihtiyaçlarının sonsuz derecede karşılanabildiği bir dünyada hala neden mutsuz olduğunu bir türlü anlayamıyor.
Tıp bu dünyadan muaf değil. O da nasibini alıyor tüm bu gelişmelerden. Doğası gereği insan ile teması doğrudan olup, edimleri insan üzerinedir ve sonuçları anında insanda belirir. O nedenle hekim ile toplum, insan, hasta arasında doğrudan, sıcak, içten bir ilişki olması bu doğanın gereğidir.
Tıbbi teknoloji geliştikçe hekim ile hastanın doğrudan teması da azalmaya başladı. Artık o kadar ki artık hekim, önündeki bilgisayar ekranına bakarak standart birkaç soru sormakta, oradan seçtiği tetkiklerle birçok cihaza yönlendirmekte, çıkan sonuçları da yine ekranabakıp değerlendirmekte, tanıyı ekrana yazarken hastaya söylemekte ve ekrana yazdığı reçeteyi ki adına elektronik reçete denmekte, internet vasıtasıyla eczaneye gönderirken, muayenesi biten hastanın yerine bir yenisini almaktadır.
Hekim hastaya hiç dokunmadan, neredeyse hiç yüzünü görmeden, duyduğu sesin kuru kelimeler dışında neler ifade ettiğini anlamadan muayenesini tamamlamakta, tanısını koymaktadır. Reçeteyi de elektronik yolla eczaneye göndermekte, son kertede hastası için kalem kağıt kullanarak yazma ve ona anlatma zahmetinden kurtulmakta, eline verirken mümkün olabilecek son bir göz temasına ihtiyaç kalmamaktadır.
Bu şekilde tıbbi hizmetler “zamanın ruhuna” uygun, maliyeti ucuz, hızlı, kayıt altında ve sürecin her anı denetlenebilir olmaktadır. Mekanikleşmiş/leştirilmiş hekimden, eskiye göre çok daha doğru tanı koyma, etkin tedavi etme olasılığına karşı alınan tıbbi hizmet: Robot hekim, robot hasta…
Genelde yaşamda özelde tıpta teknolojiyi kullanırken insanı unutmamak mümkün değil mi?!.
Makineler insan için değil mi? Yoksainsan makineler içindir: buna mı gidiyoruz?..
Kar için, kayıt için, denetim için, rahatımız için bu kadar makineleşmeye, teknoloji kullanımına meylederken biz ne oluyoruz?
İnsana ne oluyor?!.
Dr. Nedim İnce
Mersin / 13. 06. 2015
Son yorumlar