preload preload preload preload

Gündelik Yaşamın Tıplaştırılması


9th Eylül 2015 Köşe Yazıları 0 Comments

Sermayenin doğasından gelen bir özelliği vardır: kendini yeniden üretmek, çoğaltmak. Bunu da bulunduğu ekonomik faaliyetlerden kar elde ederek gerçekleştirir. Kar kaynaklarına girmek; hem benim boyumu aşar hem de bu yazının boyutlarını; sömürü diye yazdığımızda birçok şeye kapı açar ve bu sürüp gider…
Küreselleşen sermaye; iletişim ve bilişim teknolojisinin de sağladığı olanaklarla, dünyanın her alanında ve her alana girme fırsatı yakalamış hatta yaratmıştır.
Sağlık, sermayenin son yıllarda girdiği ama gecikmeyi adeta ortadan kaldırırcasına çok hızlı hareket ettiği bir alandır.
İnsan, en hassas olduğu, kendi ve sevdiklerinin canlarının söz konusu bu alanda; gerek kendi ceplerinden doğrudan, gerekse sağlık sigortalarına ödedikleri primlerle sonucunda sigorta şirketleri aracılığı ile harcama yapmaktan kaçınmamaktadırlar.
Bunu ilk ilaç şirketleri keşfetmişler; başlangıçta tıbbın ihtiyaçlarına göre üretim yaparken; ekonomik hacim büyüdükçe, onu daha da büyütmek için yeni ihtiyaçlar yaratmanın yoluna gitmeye başlamışlardır. Yıllar önce, çok uluslu bir ilaç firmasının genel müdürü emekli olurken söylediği söz bunun işaret fişeğidir: “Karımızı arttırmak için hastalara ilaç satmak yetmez, biz sağlam olanlara da ilaç satmanın yollarını bulmalıyız.”
O zaman “yaşlılığın”, “menopozun” ilaç satılacak haller olarak tanımlanması şaşırtıcı olmamaktadır.
Bir süre sonra tıbbi teknoloji şirketleri de ilaç firmalarının açtığı yoldan giderek ve geliştirdikleri araçlarına, malzemelerine yeni ihtiyaçlar yaratarak sağlık pastasından daha büyük pay kapma peşine düşmüşlerdir.
Sağlık alanına yayılan ve derinleşen sermaye bu piyasayı gün be gün genişletmek için yeni bir kavramın ve onun yarattığı olanakların peşindedir: “Gündelik yaşamın tıplaştırılması”
Dr. Nüket Örnek Büke, uzun zaman önce Medimagazin internet sitesinde yer alan “Sağlığın Gaspı, Hastalık İcadı, Hastasını Arayan İlaçlar” yazısında bu kavramı enine boyuna incelemiş.
Yazar bakın ‘gündelik sağlığın tıplaştırılması’nı nasıl anlatıyor: “Ömür; yaşam boyu tıbbi gözetim, yaşamı, her biri özel bir tür vasilik gerektiren riskli dönemlerden oluşan bir zincire dönüşmektedir. Hem zengin hem de yoksul için yaşam, chech-uplardan ve kliniklerden geçip, başladığı yere geri dönen bir hac yolculuğu gibidir. Yaşam, daha iyi ya da daha kötü olması için kurumsal olarak planlanması ve biçimlendirilmesi gereken bir aralık olarak algılanmakta, adeta istatistiksel bir fenomene indirgenmektedir. Bu yaşam aralığı hekimin fetüsün doğup doğmayacağına ya da nasıl ve ne zaman doğacağına karar verdiği prenatal işlemlerle başlar ve hastaya “canlandırma uygulamayınız” ( DNR order) komutuyla son bulur.”
Ivan Illich Illich ise “Sağlığın Gaspı” adlı kitabında; tıp kurumunun denetlenemeyen bir otorite olduğunu ileri sürer. Neyin hastalık olduğunu, kimin hasta olduğunu ve hastalara ne yapmak gerektiğini belirlediğine vurgu yapar. İlaç tüketimini teşvik ederek toplumun hastalıklı yapısını güçlendirdiğini; sağlığa bir “mühendislik modeli” olarak yaklaştığı için insanların kendi insani zaafları, incinebilirlikleri ve biriciklikleriyle, kişisel ve özerk bir biçimde baş etme potansiyellerini yok ettiğini anlatır.
Bu durumda akla bir soru gelmektedir:
Sağlık sisteminin bu hale gelmesini sağlayan tıp sistemi, hekimler, sağlık çalışanları mıdır?
İlaç sektörünün dünyada otomotiv sektöründen sonra en büyük ikinci ekonomik, karlılıkta ise birinci alan olduğunu; tıbbi teknoloji firmaları ile birlikte yıllık cironun trilyon dolarları aştığını not edelim…
Paranın girdiği her yeri kendine göre düzenlediğini; bu kadar çok paranın girdiği sağlık alanı da paranın bu özelliğinden kurtulamayacağını ekleyerek şu tespiti yapalım: “Sağlık sektörü para için daha çok para kazanılacak bir yerdir. Bu durum da ‘insan sağlığını’ para kazanmanın nesnesi, ‘sağlık çalışanlarını’ ise sağlıktan para kazanmanın aracı haline getirmektedir.”
Dedikten sonra; Dr. Nuket Örnek Büke’nin bu soruya yanıtına bir göz atalım: “Asıl sorun tek başına tıbbın kendisinden kaynaklanmamakta, toplumsal ve ekonomik bir kaynaktan da beslenmektedir. Söz konusu sorun emperyalist küreselleşmenin etkisiyle toplumların tümünde yaygınlaşmakta, bu ise küresel bir sağlık krizini derinleştirmektedir. Hastalık icadının başlıca sorumlusu ve en önemli dinamiği küresel pazar ekonomisi içerisinde büyük kârlar elde eden ilaç şirketleridir. Bu şirketler kâr elde ederken “korku”ya yaslanmakta, “korkutarak para kazanmaktadırlar”. Hastalıklara karşı hassaslaştırma kampanyaları ile sözde “kişilere bilinç kazandırma” oyununu sahnelemektedirler. Gerçekte asıl amaç yeni ilaçlar için pazar genişletmek, insanları hasta olduklarına ya da olacaklarına inandırarak para kazanmaktır. İlaç şirketleri aslında ilaçların değil, hastalıkların sponsorluğunu yürütmekte, kendi kendine iyileşme, doğanın iyileştirici gücü… Gibi olasılıklar yok sayılmaktadır. Böylece “gündelik yaşamın tıplaştırılması” gerçekleşmektedir.”
Sağlığın ticarileşmesinin önü açıldıkça, ticarileşen sağlık hizmetleri insanlarda her şeyin onlar için yapıldığı yanılsaması yarattıkça ve onlardan destek buldukça sıkıntılar daha da artacak gibi duruyor.
Dr. Nedim İnce
Mersin / 06. 09. 2015

  • Yorum Yaz

    * Required
    ** Email