preload preload preload preload

Stanley Park


29th Nisan 2013 Köşe Yazıları 0 Comments

Vancouver’daki yaşantım 3 aya yaklaştı. Biraz buralardan söz etmenin zamanı geldi sanırım. Yazının adı neden Vancouver değil de Stanley Park diye bir soru akla gelebilir; öyle ya ben Vancouver’da yaşıyorum.
Anlatayım. Bundan 7 sene önce Ulaş’ı, büyük oğlumuzu, bu kentte Sosyoloji Yüksek Lisansı yaparken ziyaret edip iki hafta kalmıştık. Ben bu şehri sevmiştim ama özellikle Stanley Parkı. Ve bu park, dil eğitimi için burayı seçmemin en büyük nedenlerinden biridir.
Vancouver, English ve Burrard koyları arasında kalan bir yarımada üzerine kurulmuş 1860 yılları civarında ve 1886 yılında da, buralara ilk ayak basan İngiliz olan kaptanın; Kaptan George Vancouver’ın adı verilmiş.
Şehir büyüdükçe koyların ötesine taşmış, kent merkezinde yüksek, dış cephesi cam ağırlıklı apartmanlar yer alırken, çevresinde, iki, üç katlı daha çok ahşap olan evlerden oluşan yerleşimler meydana gelmiş.
Ağırlıklı Çin ve Hindistan olmak üzere, 2,5 milyonluk nüfusun yarısına yakınını çeşitli etnik kökende insanlar oluşturur. Anlayacağınız dünyanın çok kültürlü kentlerinden biridir.
Pasifik Okyanusu kıyısında olmasına rağmen önünde Kuzeyden Güneye uzanan ve yüksek dağları ile bir duvar görevini gören Vancouver Adası onu okyanusun haşinliğinden korurken; Kuzey, Doğu ve Güney taraflarındaki yüksek dağlar da Kanada’nın meşhur soğuklarına siper olur. Bol yağmurlu, yumuşak bir iklim kendini gösterir bu coğrafi koşullar nedeniyle.
Stanley Park kent merkezinin yerleştiği yarımadanın hemen ucunda, ona bitişik, 4049 dönümlük alanı kaplayan bir yağmur ormanı. Yaklaşık 500 bin ağaca ev sahipliği yapmaktadır. İçlerinde 400 seneyi bulan yaşta, 75 metreyi bulan boyda ağaçları görmek sıradandır. Ormanı çevreleyen deniz kıyısında 22 kilometre civarında yürüyüş ve bisiklet yolu vardır ki her yıl 2,5 milyon kişiyi ağırlamak mutluluğuna erişir.
Benim vazgeçilmezim olan ise orman içidir. Çocukluğumdakileri anımsatan kilometrelerce uzunlukta patikalar bir örümcek ağı gibi dört bir yana uzanmaktadır. Avrupa’da tüm yollar Roma’ya çıkar bu parkta da harika bir küçük göle…
Bu patikalarda bisiklet ve patenden başka araç kullanamazsınız, kaldı ki bazı yerlerde, yaya ve bisiklet yolları bile birbirinden ayrılmıştır.
Yollar haricinde orman, tamamen kendi haline bırakılmış; tüm sakinleri ile birlikte büyük bir uyum içinde yaşamını sürdürmektedir.
1888 yılında parkın açılışını yapan o zamanın Kanada Genel Valisi ve aynı zamanda isim babası Lord Stanley’in, törende dile getirdiği; “Bu yeryüzü cennetini kucaklıyor, asırlık ağaçlar altında her renkten, her inanıştan, her kültürden insanın hoşça vakit geçirmesini diliyorum.” şeklindeki arzusu, yüz yılı aşkın bir süredir yerine getirilmektedir.
Dünyadaki en iyi 18, Kuzey Amerika’daki 8 park içinde gösterilen bu doğa harikasında yürür veya koşarken, bisiklet sürerken sincaplar koşuşturur sağınızda, solunuzda. Kuşlar ise en güzel melodilerini dinletebilmek için birbiriyle yarışır. Arada bir su şırıltısı duyarsınız, bir bakarsınız bir derecik telaşla denize doğru koşuşturmaktadır. Toprak kokusunu anımsarsınız tekrar ve yüzlerce çeşit bitkinin harmanladığı kokuyu çekersiniz ciğerlerinizin derinliklerine; okyanusun iyotlu havasıyla birlikte.
Emin olabilirsiniz yazdıklarımdan; 3 aydır her gün test edilmiştir bizzat tarafımdan.
Dr. Nedim İnce
Vancouver / 28. 04. 2013

  • Yorum Yaz

    * Required
    ** Email