Yuval Noah Harari, “Hayvanlardan Tanrılara- Sapiens” adlı kitabında insanın ilk devriminin “Bilişsel Devrim” olduğunu yazar. Yaklaşık 70 bin yıl önce gerçekleşen bu devrimle insanlar kendilerinin ve tabiatın farkına varırlar. Bununla birlikte gelişen “ben ve tabiat” düşüncesi, tabiattan kopuştur. Erich Fromm bunu kutsal kitaplardaki “cennetten kovulma” ile simgeleştirir.
Artık bir yanda tabiat vardır, diğer yanda bunun farkına varan ve ürettikleriyle hayata tabiatta olmayan şeyler katan insan; bir yanda tabiat diğer ve yanda insanın var ettiği kültürel varlıklar.
Belki de insanın ilk yabancılaşma duygusunu derinden hissettiği anlar da bu zamana denk düşer ve yarattığı derin acıyı unutabilmek ya da ona katlanabilmek için tabiatın bir parçası olduğunu ret ettiği anlar da…
Devrimler devrimleri takip etti; “Tarım Devrimi”,”Bilimsel Devrim”, “Sanayi Devrimi”… Gelişen dijital teknoloji de yeni bir devrime ebelik etmek üzere…
Onbinlerce yıl birçok şey değişmiş olsa da neredeyse tek ortak şey vardır o da insanın tabiatı kendi çıkarlarına göre hoyratça kullanmasıdır.
Artan insan nüfusu, gelişen teknoloji, gözü kardan başka bir şey görmeyen Kapitalist kültürle birleşince tabiatın kaynaklarının hiç de bitmez tükenmez olmadığı anlaşılmaya başlandı. Kaldı ki çok önceleri, daha avcı toplayıcı dönmede, dünyadan birçok hayvan neslini silen insanın yıkıcılığı zaten tescillenmişti.
Diyalektik bize her şeyin zıttını yarattığını defalarca gösterdiği gibi insanın artan yıkıcı kapasitesi, yapıcı kapasitesini tetikledi ve gelişmesine ön ayak oldu.
Tabiat konusunda gelişen farkındalık, ondan ayrı olduğumuzun ayırtında olsak da onun bir parçası olduğumuz bilincinin güçlenmesi, insanın tabiata bakışını değiştirmeye başladı. Artık taşı, toprağı, dağı, ovası, ırmağı, denizi, bitkisi ve hayvanıyla tabiatın saygı duyulması, bundan öte sevilip, korunup kollanması düşüncesi kök salmaya başladı.
Sabahın erken saatlerinde kahvemi yudumladığım evin balkonunda kuşların muhteşem konserini dinlerken bunlar geçti aklımdan. Bu kadar çok çeşit birçok kuşun aynı anda ötüşlerinin ahenginin yarattığı musiki inanılmazdı gerçekten. Dünyanın en iyi şefinin yönetiminde en iyi orkestra bunu yapabilir mi? Kuşkuluyum…
Sonra Kaz Dağlarında Tabiat Parkında Padişah Pınarları mevkisinde rüzgarın ağaçlarla birlikte icra ettiği musiki aklıma geldi. O anları bir daha yaşadım. Derken Mersin’e gittim; İnsu Köyündeki sevgili Nuriye ve Ömer’in yayla evine… Gece dağların musikisi hala kulaklarımda; rüzgarın sesine karışan koyunların çan seslerine eşlik eden birçok böceğin ötüşünün oluşturduğu…
Deniz kıyısında yürürken dalgaların musikisinin ne kadar dinlendirici, huzur verici olduğunu yaşadınız mı hiç?!.
En sıkıntılı anlarımdan beni çekip alan bu müziği dinlemenizi şiddetle öneririm…
Bir dere kenarında, serin gölgesine uzandığınız ağacın, rüzgarı yanına alarak suyla yaptığı müziğe mutlaka tanık olmuşsunuzdur…
İşte bunlar bize tabiatın bir parçası olduğumuzu anımsamamıza birer davettir. Onunla uyumlu ve dengeli bir şekilde yaşamaya da…
Yıkıcı yanımızı yapıcı yanımızla tedavi etmeye de bir çağrıdır aynı zamanda…
Kulak versek mi?!.
Dr. Nedim İnce
Altınoluk / 11. 10. 2016
Son yorumlar