Ülkemizde yabancı dil öğrenimine verilen önemi hepimiz biliyoruz ve yabancı dil deyince akla ilk gelenin, belki de tek, İngilizce olduğunu da…
Avrupa’da hatırı sayılır bir toprağı olan Osmanlının son birkaç yüzyılı buradaki aydınlanmanın, sosyal ve ekonomik gelişmelerinin etkisi altında geçti. Bir yandan gelişen ulusal hareketlerin ebeliğini yaptığı yeni devletler toprak kayıplarına neden olurken diğer yandan bunun önüne geçmenin batılılaşma olduğu varsayımı, Osmanlıyı batıya yöneltmeye sürdürüyordu. Ve varılmak istenen yer “batı” kelimesi ile simgelenen Avrupa’daki ekonomik ve sosyal yapıydı.
Bunun ilk sonuçlarından biri iletişimi kurabilmek, daha iyi ‘taklit’ edebilmek için “batı” dilini öğrenme çabaları olmuştur. Nitekim hemen karşılığını bulmuş, yüzlerce “batı” kökenli ortaokul ve lise Anadolu’nun dört bir yanında kendi dillerinden öğrenime başlamıştır.
Genç Cumhuriyet’in ilk yıllarında bu yön değişmemiş ancak ‘taklit’ yerine sentez çabaları dikkat çekmeye başlamış, buna dair birçok proje yaşama geçirilmiş; Türkiye aydınlanmanın yarattığı olanaklardan yararlanarak kendi özgünlüğünü yaratmaya çalışmıştır.
Soğuk savaş yıllarında özgünlük yerini tekrar ‘taklit’e bırakmış; “ Küçük Amerika” olma rüyası bunun ana simgesi olmuştur.
2. Dünya Savaşı’ndan sonra Dünya hegemonyası İngiltere’den ABD’ye geçmiş, ancak hegemonya dili aynı kalmıştır: İngilizce…
Ve ülkemizde İngilizce öğrenme çabası kısa bir sürede histerik nöbet halini almıştır. 1980 askeri darbe özgünlüğe dair son kırıntıları da silip süpürmüş, “batı” ya kapılar sonuna kadar açılmış ve dil histerisi İngilizce öğrenim yapan orta ve liselerden üniversitelere de sıçramış, birçoğunda öğretim dili İngilizce olmuştur.
Son yıllarda “İngilizce öğrenme” ile “İngilizce öğretim” kavramları gündeme getirilerek bu durum yaygın bir şekilde tartışılmaya başlandı. Küreselleşen dünyanın artık ortak dili kabul edilen İngilizce, öğrenilmesinin gerekliliğini tartışılmaz kılarken, dikkatler “İngilizce öğrenime” çevrildi.
Bu ülkede yaşayan biri olarak tüm bunlardan etkilenmemek mümkün değildi. Nitekim orta, lise çağlarında zorunlu Fransızca dersleri kaçış yollarını baştan kapattı. Ardından hekimlikte yayınları takip etme arzusu karşıma İngilizceyi öğrenme gerekliliğini çıkardı.
Yaş 30’ları geçtikten sonra yoğun bir İngilizce öğrenme çabası başladı. Yaşamın akışı içinde sürecin konsantrasyonu azaldı, kesintilere uğradı. Ancak hiçbir zaman gündemden düşmedi.
O kadar ki beni Vancouver’a düşürdü. Buraya gelmeden önce, şimdiye kadar öğrendiklerimin üzerine 1-2 ayda koyacaklarımla bu işi bitirebileceğimi sanıyor, İngilizceyi öğrendiğim için de bunun gündemden düşeceğini düşünüyordum…
Meğer gördüğüm dağın ardında daha ne dağlar varmış…
Artık dağlar dağları kovalayacak ve İngilizce öğrenmenin kendisi, niyetten bağımsızlığını kazandığından, yaşam boyu devam edecek bir süreç olarak beni peşinde sürükleyecek.
Öyle görünüyor!..
Dr. Nedim İnce
Vancouver / 30. 03. 2013
Son yorumlar