preload preload preload preload

Yaşlanma Yaşlılık


8th Aralık 2015 Köşe Yazıları 0 Comments

Doğan canlılar nasıl ölüme mahkum ise ölümü geciktikçe de yaşlanmaya ve yaşlılığa da mahkumdur.
İnsanlar evrimin sağladığı olanaklarla zeka düzeylerini dünyadaki mevcut canlılar içinde en üst düzeye taşımışlardır. Bu insanlığa çok önemli avantajlar sağlarken bir takım sıkıntılara da yol açmıştır: Ölüme mahkum olduğunu, yeterince ömür sürerse yaşlılığa mahkum olduğunu bilmek gibi…
Yaşlılığın, ölümün kaçınılmazlığının dayanılmaz acısı; ölümsüzlük suyu gibi mitler, lokman hekim gibi söylenceler ve günümüzde ‘antiaging’ gibi alanlar yaratmıştır. Aklı yettiğinden bu yana hayatın doğal akışını içine sindiremeyen bizler, en sonunda yaşlılığı ve yaşlanmayı hastalık edip, tedavisine koşturur olduk: Antiaging
Yaşlılığın kabul edilen ortak bir tanımı yoktur. Takvim yaşı olarak 65 yaş sonrası yaşlılık kabul edilebildiği gibi biyolojik, fizyolojik, duygusal ve fonksiyonel açıdan da farklı şekillerde tanımlanmaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü; 1998 yılı Dünya Sağlık Raporunda ise yaşlılık; özürlülüklerin artması ve başkalarına daha fazla bağımlılaşma şeklinde tanımlanmaktadır.
Tanımı nasıl olursa olsun, uzun yaşama şansını elde her kişi ömrünü yaşlılık döneminden sonra tamamlayacak ve süreci acısıyla, tatlısıyla yaşayacaktır.
1900 yılların başında 50 olan doğumdan sonra beklenen yaşam süresi, 100 yıl içinde, 2000 yılların başına kadar 20 yıl daha artarak 70’leri bulmuş olup, 2050 yılına kadar bir 10 sene daha aratarak 80’leri bulacağı tahmin edilmektedir.
Uzayan ömür, yaşlıların sayısını arttırmakta, bunun yanında azalan doğum hızı ise nüfus içindeki oranlarını arttırmaktadır. Ülkemizden örnek; 2005 de 65 yaş üzeri nüfus %5.7 iken 2050 yılında %17.6 olacağı düşünülmektedir. Dünya ortalaması ise 2005 de %10’dur ve 2050 de %16 olacağı sanılmaktadır.
Toplum içinde sayı ve oranı gittikçe artan yaşlılığı; İ.Yalom’un “Var olmak değişmek, değişmek olgunlaşmak, olgunlaşmak bireyin kendini sürekli yeniden yaratabilmesidir.” sözüne uygun algılar, deneyimlerin zirve yaptığı, bilgeliğin kök saldığı dönemler olarak yaşarsak, özgüvenimiz yerinde kalır, üretkenliğimiz sürer, bizden önceki kuşaklarla sağlık ilişkimiz devam eder, yalnızlık yaşama olasılığımız azalır. Toplumun toplam mutluluğuna katkıda bulunuruz.
‘Yaş yetmiş, iş bitmiş’, ‘Kurt kocayınca, köpeğin maskarası olur’, ‘Ununu elemiş, eleğini asmış’, ‘Elin ermez, gücün yetmez’, ’Artık köşende otur!’
Binlerce seneden bu yana süzülen bu sözler toplumuzun yaşlılığa bakışını ve yaşlıdan beklentilerini dile getirir. Bu toplum içinde yaşlanan insanlar da yaşlılıklarında buna uygun davranmaya çalışırlar. Yaşlanırken ve yaşlandığımızda bu negatif tutumdan sıyrılabilir ve olgunlaşmamızın farkına varıp kendimizi yeniden üretebilirsek ‘yaş yetmiş’ olunca işin bitmediğini kendimize ve çevremize gösterebiliriz. Kendimizin ve toplumun mutluluğun artmasını sağlayabiliriz.
Şimdiden bireysel olarak yaşlanmaya hazırlanır, yaşlanan toplumların gereksinimlerine göre planlama yapmaya başlarsak gelecekte doğması olası sorunları şimdiden engeller, mutluluğun yaygınlaşmasını sağlayabiliriz.

  • Yorum Yaz

    * Required
    ** Email