“Bir milletin yaşlı vatandaşlarına ve emeklilerine karşı tutumu; o milletin yaşama kudretinin en önemli kıstasıdır. Geçmişte çok güçlüyken, tüm gücüyle çalışmış olanlara karşı minnet hissi duymayan bir milletin, geleceğe güvenle bakmaya hakkı yoktur.”
Mustafa Kemal Atatürk, arkadaşları ve halkıyla yoktan var ettiği Cumhuriyet’in ilk yıllarında, büyük ailelerin parçalanmadığı, toplumun genç olduğu ve dolayısıyla yaşlıların sorun oluşturmadığı bir çağda söylemiş bu sözleri; o zamandan, bugün olabileceklere işaret etmiş.
1900 yılların başında yaşlılık, bilgelikle eş tutulan, nadir bir şeydi. Nasıl olmasın; beklenen yaş kırklı yaşlara ancak yaklaşıyordu. Uzun yaşayıp yaşlananlar çok azdı ve genetik yapısı sağlam, yaşam koşulları iyi olan insanlardan oluşuyordu ve neredeyse her daim büyük ailenin başköşesinde yer alıyordu..
1950’li yıllardan sonra ekonomide, sosyal yapıda, teknolojide, bilim ve tıpta görülen dev gelişmeler insan ortalama ömrünü hızla arttırdı ve bununla yetinmeyip beklenen yaşam süresini de yükseltti. Bu yıllarda dünyanın beklenen yaş 46. 5 iken; günümüzde yetmişli yaşlara yaklaşmıştır.
Avrupa’da seksenli yaşları geçen beklene yaş, Japonya’da seksen beştir. Ülkemizde ise yetmiş beşi bulmuştur.
Ömrün uzaması berberinde toplum içinde yaşlıların sayısını, nüfus içindeki oranını arttırmıştır.
Yaşlılığın; insan için, nüfus içindeki oranının artmasının ise toplum için önemini, tanımına girer ve bunu biraz açarsak; anlamamız kolaylaşabilir.
Kronolojik, biyolojik ve toplumsal boyutları olan yaşlılığı Dünya Sağlık Örgütü ‘Yaşamsal fonksiyonların sürekli azalması, tüm organizmanın verimliliğinde görülen azalma, çevresel faktörlere uyum sağlayabilme yeteneğinin azalması’ şeklinde tanımlamaktadır.
Biraz daha açalım…
Yaşlanma her canlıda görülen, tüm işlevlerde azalmaya neden olan, evrensel bir süreç olarak da tanımlanabilir. Yaşlanma, organizmanın molekül, hücre, doku, organ ve sistemler düzeyinde, zamanın ilerlemesiyle ortaya çıkan, geriye dönüşü olmayan yapısal ve fonksiyonel değişikliklerin tümüdür. Yaşlılığın, moleküler yaşlanma, hücresel yaşlanma, dokuların, organların, bireyin ve nihayet toplumun yaşlanması olarak da ele alınması mümkündür.
Yaşlanma hem biyolojik hem de kronolojik bir olgudur. Biyolojik olarak yaşlanma, döllenmeyle başlayan ve yaşam boyu devam eden bir süreçtir.
Dünya Sağlık Örgütü yaşlanmayı kronolojik olarak 65 yaşından itibaren başlatır.
• 65- 74 yaş; genç yaşlılık
• 75- 84 yaş; yaşlılık
• 85 ve üzeri ileri yaşlılık olarak tanımlar.
Yine DSÖ toplumları da yaşa göre sınıflandırır.
• Genç Toplumlar : 65 yaş üstü nüfusun %4 ve altıdır.
• Erişkin Toplumlar : 65 yaş üstü nüfus %4- 7 arasındadır.
• Yaşlı Toplumlar : 65 yaş üstü nüfus %8-10 arasındadır.
• Çok Yaşlı Toplumlar : 65 yaş üstü nüfus %10 üzerindedir.
İnsanın yaşı arttıkça, tanımında olduğu gibi her türlü fiziksel ve ruhsal kapasitesi azalmaktadır. Bu dış koşullara uyumu azaltarak daha çabuk hastalanmaya ve sık kaza geçirmeye davetiye çıkarmaktadır. Bunun yanı sıra şeker hastalığı, kalp ve damar hastalığı, beyin damar hastalığı, böbrek hastalığı, bunama, felç gibi kronik hastalıklara da ortam hazırlamaktadır. Ülkemizde 65 yaş üstü yaşlıların %80’ninde, şeker, yüksek tansiyon, kalp yetmezliği, KOAH, kronik böbrek yetmezliği, bunama, felç vb… kronik hastalıklardan bir veya bir kaçı vardır.
Ülkemiz hızla yaşlanmaktadır. 2013 yılında %7,7 olan yaşlı nüfus, 2016’da %8,3’ü bulmuş ve yapılan projeksiyonla 2023 yılında %10,2’ye ulaşacağı tahmin edilmektedir.
Yaşlı toplumdan, hızla çok yaşlı topluma doğru giden ülkemizde, sanayileşme ve kentleşmenin doğal sonucu büyük aileler parçalanmış, yerini çekirdek aileler, hatta anne- çocuk, baba-çocuk’tan oluşan yarım aileler almıştır.
Büyük ailenin dağılmasıyla çocuklar ve torunlar anne-baba, büyükanne-dede deneyimlerinden, sevgi ve şefkatinden mahrum olurken, yaşlılar da büyük ailenin koruyucu ve destekleyici ortamından yararlanamaz olmuştur.
Hızla yaşlanan dünyamızın ve ülkemizin bu duruma göre önlemler alması artık kaçınılmaz görülmektedir.
Yaşlılığa ve “Çok Yaşlı Toplum” olmaya hazırlandığımızda, bu sürecin ortaya çıkarabileceği sorunları daha başında azaltmış, artamadan çözme şansını yakalamış oluruz.
İşe aileden başlamanın önemli bir nedeni vardır, çünkü aile, yaşlıların eğitimi ve kişilerin yaşlılığa hazırlıklı olmasına katkıda bulunabilecek, en önemli toplumsal kurumdur. Ailede kazanılan karşılıklı güven, sevgi ve saygı ortamı yaşlı için çok önemlidir.
Yaşlının kendini en rahat ve güvende hissedeceği yer yaşadığı evidir. Evinde yaşamını sürdürebilmesi için gerekli destek birimlerinin kurulması bu nedenle faydalıdır. Yaşlının sağlığını doğrudan izleyecek, duyduğu ihtiyaçları başvurusu üzerine karşılayabilecek, yakından takibini yapabilecek kurumların oluşturulması, evde ömrünün sonuna kadar yaşamasına olanak sağlayabilecektir. Sağlık Bakanlığı’nın bazı illerde kurduğu ”Yaşlı Danışma Merkezilerinin” etkinliğinin arttırılarak çoğaltılması ile bu ihtiyacın büyük oranda karşılayabileceği düşünülebilir.
Evinde yaşama olanağı olmayan yaşlılara yeterince “Yaşlılar Konuk Evi” hazırlamak alınacak önlemlerden biridir. Bu mekanları yaşlıların depolandığı yer olarak görmekten uzak; yaşlıların sosyal, kültürel gereksinimlerine yanıt veren yerler olarak planlanmalıdır ki yaşlılar “başından atılma”, “terk edilme” duygularını yaşamasınlar.
Yaşlıların zamanlarını geçirebileceği ve fiziki yapıları da göz önünde bulundurularak hazırlanan park ve bahçeler sosyalleşmeleri, çevresiyle işbirliğine girmeleri ve hareket etmeleri için uygun bir ortam hazırlar. Topluma daha aktif katılmalarını kolaylaştırır. Sadece park ve bahçelerin değil kent planlamasının, ulaşımın da yaşlıları gözeterek yapılması artık zorunluluk olmalıdır.
Yaşlıların becerilerini ve deneyimlerini toplumla paylaşabileceği ve üretkenliğini sürdürebileceği, değerli olduğu duygusunu yaşayabileceği kanalların saptanıp oluşturulması yaşlılara ve topluma artı değerler katacaktır. Gerek yaşlıların kendine olumsuz bakışı azalacak gerekse toplumun yaşlılara bakışı daha da olumlu olacaktır.
Hazırlıklar yapılır, önlemler alınırsa yaşlılığı ve yaşlanma sürecini, yaşamın zenginleştiği ve güzelleştiği bir dönem olarak yaşamak mümkün olabilecektir.
17- 24 Mart tarihleri, ülkemizde “Yaşlılar Haftası”dır. Bu vesileyle bir anımsatma yapalım dedik.
Dr. Nedim İnce
Altınoluk / 21. 03. 2017
Son yorumlar