preload preload preload preload

Binbir Pınarlı İda Dağı


27th Kasım 2012 Köşe Yazıları 0 Comments

Homeros’un İlyada’sında Kaz Dağlarından başlıktaki gibi söz edilir. Binlerce sene önce bin bir pınarlı olan antik ismi ile İda şimdiki adıyla Kaz Dağları hala bu özelliğini korumaktadır.
Kuzeyden gelen yağmur bulutları ne var ne yok üstüne boşaltır, o da topraklarının derinliklerinde misafir ettikten bir süre sonra ya buz gibi soğutarak ya da sıcacık yapacak şekilde ısıtarak yeryüzüne geri verir.
Verir ki başka yerlerde yetişemeyen 20 nin üzerinde endemik bitki yaşamını sürdürsün diğer yüzlerce bitki çeşidiyle birlikte; böcekler, kelebekler, envai cins hayvanlar hayat bulabilsin, insanlar huzur içinde yaşayabilsin…
Bağrından doğan derecikler, çaylar dağlar arasına serilmiş verimli ovalara can; yetişen tarımsal ürünlere başka yerlerde tadılamayacak lezzet katar.
Kaz Dağları Biga Yarımadasının eşsiz bir doğa parçası olmasına en çok katkı sunan coğrafi yapılar içinde yer alır.
Türkel Minibaş kaleme aldığı yazılarında sık sık orman varsa maden de vardır derdi. Nitekim çok büyük bir kısmı ormanlık olan bu dağların derinliklerinde bulunan madenler aç gözlü sermayenin dikkatini çekmekte gecikmedi.
Neredeyse tüm alanlar kapatıldı, bağrına binlerce sondaj kuyusu açıldı. Ve araştırma tamamlanıp üretim aşamasına gelindi. Bir kapalı, beş açık ocak ile altın üretimi için hazırlıklar hızla tamamlanıyor.
Milyonlarca ton toprağın altı üstüne getirilecek, milyarca ton su ve siyanür ile yıkanıp içindeki altın ayrıştırılıp alınacak, sermayeye can katacak: pınarların, bitkilerin, ağaçların, börtü böceğin, hayvanların ve üzerinde yaşayan insanların canı alınarak…
Göz göre göre milyonlarca sene içinde oluşmuş ve üzerinde yaşayan tüm canlıların yuvası görevini hakkıyla yerine getirmiş Kaz Dağları üç kuruşluk altın için kalıcı olarak can veren değil can alan bir şeye dönüştürülecektir.
Biga Yarımadasında yaşayan 2 milyonu aşan insan yanında İstanbul ve çevresinde yaşayan on milyonlarca kişi de bundan olumsuz etkilenecektir: yarımadada kalitesi düşen ve miktarı azalan besin üretimi yüzünden.
TTB, TMMOB, BAROLAR BİRLİĞİ konunun vahametini sağlık, teknik ve hukuki açıdan gözler önüne serdi yaptığı ortak basın toplantısı ve bildirisi ile.
“Bizler Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Türkiye Barolar Birliği(TBB) Yönetim Kurulu temsilcileri ve Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi üyeleri olarak, Çanakkale ili ve Kaz dağları yöresinin binlerce yıllık tarihi, doğal ve yaşam kokan güzelliklerini yine binlerce yıl sonra, bu bölgede yaşayacak olan yurttaşlara taşıyabilmek amacıyla yürütülen mücadeleye destek vermek için buradayız.” diye başladılar söze.
Ve “Bizler yaşamı savunmak, yaşama hakkımıza sahip çıkmak üzere Kaz Dağlarındayız” diye devam ettiler.
“Şimdilik planlanan 6 (altı) adet metalik maden işletmesinin her birinde milyonlarca tonluk toprak ve kaya çıkarılacak, bunlar öğütülecek ve siyanürle işlenerek altına dönüştürülecektir. Bu işlem sırasında yine milyarlarca metreküp su kullanılacaktır. Devasa çukurlar açılacak, yüzlerce metre yükseklikte pasa ve liç yığınları bırakılacak, çevreye kaya tozu, silis tozu, ağır metalli tozlar yayılacak, önlem de alınsa bu yığınlardan doğaya asitli sular yayılacaktır. Kirletilen yeraltı suları ile birlikte, bölgenin suyu tüketilecek hatta başka havzalarda yapılacak barajlarla bölgeye su taşınacaktır. Milyar tona yaklaşan kaya kazılacak ve coğrafya değiştirilecektir. Ormanlık alanlar ve bölgenin kendini besleyebilen tarım sistemi yok edilecektir. Çanakkale ve köyleri susuz kalacak ya da su kaynakları ağır metal zengini asidik sulara dönüşecektir. Tarım ve ormancılığın çökmesi ile yöre insanı bölgeyi terk etmek zorunda kalacaktır. Su ve toprak kirliliği, bu bölgeden beslenmek zorunda olan insanların kanser ya da başka kronik hastalıklara yakalanmasına neden olabilecektir. Bütün bu manzara, belki de bugünden öngörebildiğimiz sorunların sadece bir bölümüdür.” Cümleleri ile işin sağlık ve teknik kısmını özetlerken;
“1948’de kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25. maddesi; “yaşam hakkı” çerçevesinde ‘Sağlık Hakkı’na yer vermiştir. “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi”nin 12. maddesi de sağlık hakkını tanımlarken, çevre sağlığını ve sanayi temizliğini her yönüyle ileriye götürme ve salgın hastalıkların, yöresel hastalıkların, mesleki hastalıkların ve diğer hastalıkların önlenmesinden bahsetmektedir. Anayasamız, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı olduğunu belirtirken, çevreyi geliştirme, çevre sağlığını koruma ve çevre kirlenmesinin önlenmesini hem devlete hem de vatandaşa yerine getirilmesi zorunlu olan bir görev olarak vermektedir. Bu nedenle doğa ve insan yaşamı üzerinde olumsuz yönde risk oluşturabilecek bir faaliyete ekonomik değeri düşünülerek izin verilmesi Anayasamızın çevrenin korunması ile ilgili hükümlerine aykırıdır.” Satırları ile hukuki boyuta dikkat çekilmektedir.
Yöre ve ülke insanımızın örgütlü mücadelesi ancak bu yok oluşu durdurabilir; sadece bu bölgeyi değil göz koyulmuş başka ormanları, meraları ve sahillerimizi de…
Gelecek kuşakların bizi nasıl anacağı, verdiğimiz savaşımın başarı ve ya başarısızlığına göre şekillenecektir.

Dr. Nedim İnce
Mersin / 27. 11. 2012

  • Yorum Yaz

    * Required
    ** Email