preload preload preload preload

Doksanlılar


25th Haziran 2013 Köşe Yazıları 0 Comments

1960’lı yılların ortalarında başlayan gençlik hareketleri tüm dünyaya yayılarak ve geniş kitleleri de içine alarak 70’li yılların başlarında sönümlendi. Bu dalgadan etkilenerek harekete geçen ülkemizdeki gençlik efsanevi 1968 kuşağı olarak adlandırıldı. 1971 Askeri Darbesi ile unufak edildi.
68 kuşağının mayaladığı toplumsal muhalefet büyüdükçe karşı salıdırılar da eksik olmadı devlet tarafından. Diğer yandan onların yardımcısı olduğunu iddia eden kendine komando adı veren sivil faşist güçler ülkenin aydınlık insanlarını katlederken, kitlesel muhalefete de amansızca saldırdı; her türlü porvakasyonu da eksik etmeyerek. Ve başarısız olunca direnci kırmaya, yine ordu devreye girdi. Ve faşizan askeri darbe toplumun üzerinden buldozer gibi geçti. Bir kuşağı neredeyse yok etti; hapisanelerde, işkencelerde… Yurt dışına kaçabilenler kendini şanslı saydı yaşadıkları tüm olumsuz mülteci hayata rağmen. Büyük bir kısmı da bu yaşananların acısını yüreklerinde hissederek hayatını sürdürdü.
İşte bu kuşağa da 78’liler dendi. Biraz nazireydi 68’lilere biraz da siyasi geleneğin devamını gösteren bir işaret.
Bir toplumun temel kayanağı insandır ve bunda bir sarsılmanın etkisi uzun yıllar sürer, normalleşme ödenen bedellerin acısı silikleşmeye başalayınca ancak kendine yer bulabilir.
Her kuşak kendi deneyimi ile üretir, yetiştirir bir sonraki kuşağı. 68’liler ve 78’liler II. Dünya Savaşı kuşaklarının ürünüydü. Şiddete karşı, özgürlükçü, bağımsızlıkçı, toplumcu ve savaşta yaşanan yoğun, yıkıcı ve yok edici şiddetin izlerini taşıyan…
68 ve 78 kuşakları ayrı ayrı adlandırılsa da aslında aradaki zaman farkı aynı kuşağın insanları olduğunu gösterir. Düşünce ve davranışlarının biri birine çok benzemesi bundandır.
Devletin yıkıcı şiddetine maruz kalan bu kuşakların yetiştirdiği yenileri, bir yandan anne ve babalarındaki bu izlerden etkilenirken diğer yandan bilişim çağının yaratttığı akıl almaz teknolojik gelişmelerden, farklılışan iletişim araçlarından, hakim olan tüketim kültüründen paylarını aldılar.
Taksim Gezi Direnişinin ana damarı olan bu kuşağa artık 90’lılar denmeye başlandı.
Düne kadar etliye sütlüye karışmadığı, yetiştiği tüketim kültürünün ürünü davranışları sergilediği, toplumsal duyarlılığı ve sorumluluğu olmadığı, bireyci olduğu düşünülen bu kuşak; bu yargıları alt üst etti.
Taksim Gezi Direnişi ismi ile simgeleşen, ülkenin dört bir yanına yayılan ve 90’lıların damgasını vurduğu bu barışçı sivil toplumsal direniş hakkında söylenen, söylenecek, yazılan, yazılacak daha çok şeyler olacak.
Cumhuriyet Gazetesi’nin “Çapulcular Anlatıyor” yazı dizisinden bir paragraf bence birçok sorunun yanıtını içeriyor.
“Ben hayatında pasaport dairesindekiler dışında polisle hiçbir diyaloğa girmemiş bir üniversite öğrencisiyim. İlk kez 31 Mayıs’ta sokağa çıktım, dış mihraklar, uzaylılar falan değil ama, tek sorumlusu o yüzüne biber gazı sıkılan kırmızı elbiseli kadındır. O fotoğrafı görünce evimde sessiz sedasız oturamayacağımı anladım. Hatta ertesi gün bir sınavım vardı. Ona çalışmayı bırakıp sokağa çıktım. Gaz maskem, gözlüğüm, hiçbir şeyim yoktu. Gözlerim çok yandı, hiç tanımadığım insanlar bana yardım etti. Bizler ‘sokakta birisi sana şeker filan verirse sakın alma’, ‘kalabalıkta çantana dikkat et’, ‘yabancılarla konuşma’ diye büyütülmüş gençlerdik. Ben o kalabalıkta hiç tanımadığım insanlarla el ele tutuştum, onlarla birlikte savruldum. Ve o zaman içim umutla doldu. Ben ilk kez bu kadar güzel insanı bir arada gördüm. Artık hayata güvenle bakıyorum, ‘demek ki insanlar hep sessiz kalmayacaklar, burada da özgürce yaşamak mümkün’ diyorum içimden.”
1980 yılından bu yana çeşitli alanlarda uç veren toplumsal muhalefet ya büyüyemedi ya da büyümesine fırsat verilmeden bastırıldı. Ama öyle görülüyor ki artık yeni bir kuşak, 90’lılar, kendi geleceklerinin ve toplumun geleceği olmaları nedenleriyle de ülkenin geleceğinin sorumluluğunu üstlendiler. Üstelik 68-78 kuşağından çok farklı olan özelliklerini de eylemlerine yansıtarak.
90’lılar efsane olmaya ilk adımlarını attılar; geleceği aydınlatarak, umudu besleyip büyüterek…

Dr. Nedim İnce
Mersin / 25. 06.2013

  • Yorum Yaz

    * Required
    ** Email