preload preload preload preload

Mersin


9th Ocak 2016 Köşe Yazıları 0 Comments

Yeni yılın ilk yazısı, otuz senedir yaşadığım, ekmeğini yediğim, suyunu içtiğim, hekimlik dışında, gönüllü kuruluşlarda, radyo, televizyon ve gazetelerde hizmet verdiğim, siyasetine bir ucundan bulaştığım, çocuklarımı büyütüp, yuvadan uçurduğum kent üzerine, Mersin üzerine olsun istedim.
Üroloji Asistanlık Eğitimini bitirip Üroloji Uzmanı olduğumda iki yıllık mecburi hizmetin yolu görünmüştü. Devlet, hekimlerin ülke sathına dengeli dağılımını özendirerek yapma yerine çoğunlukla olduğu gibi kolay yolu seçip zorla yaptırmaktaydı o sıralar. Ve en uzun ve meşakkatli öğrenim sürecine sahip olan hekimler de bir nevi cezalandırılmaktaydı; “hiçbir iyilik cezasız kalmaz” misali. O zaman yani 30 sene önce olan mecburi hizmet, hız kesmeden hala hekimleri cezalandırma görevini sürdürmektedir.
Mecburi hizmet kurasından Mersin çıktı: “Güneyin incisi”
Mersin’e ilk gelişimizi Konya-Mut güzergâhını kullanan otobüs ile yaptık. Silifke’den sonra yol boyu gördüğümüz yapılaşmanın ne kadar çok ve yüksek olduğunu tartıştık sevgili eşimle 30 sene önce…
Bugün Mersin Silifke arasındaki yapılaşmaya bakınca o zaman ne kadar safmışız diye düşünüyorum, saflıktan öte o bakir bölgeye iftira attığımızı da…
Özal dönemi ile başlayan denetimsiz neoliberal ekonomik sistemin ilk göz diktiği yerler binlerce kilometreyi bulan sahillerdi. İmar yasaları sürekli değiştirilerek büyük yağmanın önü açılmış oldu ve bir anda on binlerce yerde yüz binlerce inşaat yükselmeye başladı. Mersin sahilleri bundan nasibini bolca alan yerlerden biri oldu.
Nitekim daha yıllarca önce yatı ile Mersin’e Antalya tarafından gelen bir Avustralyalı denizci teknesini limana bağladığında sorduğu ilk soru:”- Mersin dünyanın kaçıncı büyük kenti?” şeklinde olmuştu. Biz şaşkınlıklar içinde kalmıştık soru karşısında; zira değil dünyanın ülkemizin bile büyük kentlerinden sayılmıyordu Mersin. Sonra sorunun nedeni anlaşıldı: Silifke’den bu yana 10 saatlik seyir sırasında sürekli kent gördüm diyordu konuk denizcimiz; sahildeki yüksek beton bloklardan oluşmuş, kilometrelerce süren ‘yazlık’ ları Mersin kenti olarak düşünmüştü.
Sahilde böyle de kent merkezinde farklı mı? Sahil rantından sonra kent rantı gündeme gelmişti ülkemizde ve yine Mersin bunun önde gidenlerindendi. Son derece plansız, öngörüsüz, hızlı ve mimari olarak çirkin bir yapılaşma kenti sardı sarmaladı. Bir yandan binlerce senede oluşmuş ve bir sahil kenti için bulunmaz nimet olan kumsallar, çok çok paralar harcanarak dolduruluyor ve üzerine yol yapılıyorken diğer yandan yolun hemen arkasına yüksek ve bitişik nizam beton apartmanlar dikiliyor ve şehir ile deniz arasına büyük bir duvar örülüyor; dolgu ve yolun ilerlemesine paralel hatta ondan hızlı yapılaşma da devam ediyordu. Ve hala ediyor.
Sahillerde betonlaştıracak yeterince yer kalmayınca kentin kuzeyindeki tarım alanları imara açıldı. Güzelim portakal, limon, mandalina bahçeleri yerlerini yüksek katlı sitelere bıraktı. Bırakmaya devam ediyor. Neyse ki sahillerdeki yapılaşmadan ders alınmış olsa gerek; yapı yoğunluğu bir miktar azaltılarak rüzgâra eseceği boşluklar bırakılmış durumda.
Mersin 30 sene önce de gelir dağılımındaki bozuklukta en ön sıralardaydı. Ülkemizdeki bozuk olan gelir dağılımı seneler içinde daha da derinleşirken Mersin’de bu çok daha ileri düzeyde oldu. Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde yıllar boyu süren silahlı çatışmalar sonucunda gerek can güvenliği korkusuyla Mersin’e göç etmek zorunda kalan insanlar bir yandan nüfusun hızla artmasına neden olmuş diğer yandan da yoksulluğun gözle görülür boyutlara gelmesine katkı sunmuştur. Kentte sahile yakın yerlerdeki dünya ile dış çeperindeki dünya bir birinden çok farklıdır. Ancak bu ikisi arasındaki geçirgenlik azdır ve bunun farkında olan insan sayısı sanılandan da azdır. Bir nevi insanlar paralel dünyalarda yaşamaktadır.
Doğası, limanı, verimli tarım alanları, sanayisi ve yeni yeni kıpırdanmaya başlayan turizmi ile ciddi ekonomik potansiyeli olan Mersin’de bu ayrı dünyaları bir birine yaklaştırmak hayal değildir. Ancak Mersin’in gizilgücünün yeterince kullanıldığını pek söylenemez. Ve ne yazık ki “dünya kenti” söylemi söylenti olmaktan öte geçememekte; yeni yeni kıpırdanmaların nereye varacağı ise hala belirsizliğini korumaktadır.
Yumurta tavuk misali yaşadıkları kente aidiyet duygusu geliştiremeyen insanların seçtikleri yerel yöneticiler de bu durumu tersine çevirmek bir yana beslemekte ve bir adım ileri gidilememektedir. Babası bile Mersin’de doğmuş ve yaşlanmanın ilk basamaklarına tırmanmaya başlamış insanlar kendilerini hala çok yıllar önce atalarının göçtükleri kente ait hissetmektedirler. Bu his kent ile ilişkisini de etkilemekte ve “dünya kenti” söylentide kalmaya devam etmektedir.
Mersin’de yaşayan kentlilerin bu kente ait olduklarını duyumsamaları, Mersinli olduğunu gururla söylemeleri için neler yapılması gerektiğinin ardına düşmelidir yerel yönetimler. Bununla yetinmeyip kentin diğer dinamiklerini de harekete geçirmeyi bir görev kabul etmemeliler. Bununla birlikte zaman geçirmeden en azından bundan sonra kenti, içinde yaşayanların olumlu duygular beslediği bir mekâna çevirme gayreti içinde olmalıdırlar.
Mersin “dünya kenti” olma potansiyeline sahip; biliyoruz. Ve biz Mersinliler bunu değerlendirme çabasına giriştiğimizde söylemden gerçeğe doğru ilk adımlarımızı atmış olacağız.

  • Yorum Yaz

    * Required
    ** Email