preload preload preload preload

Tıp ve Meslek Sevgisi


9th Ocak 2016 Köşe Yazıları 0 Comments

Nerede okuduğumu anımsamıyorum; “Yaşam boyu mutlu olmak istiyorsanız işinizi sevin” diyordu.
Sevgi üzerine binlerce kitap yazıldı, söylenen sözlerin, yazılan yazıların çoğu da sevgi üzerine. Böyle olunca da büyük bir çoğunluğu tatmin edecek bir tanım bulmak zorlaşıyor.
Örneğin Cengiz Aymatov sevgiyi; “Sevgi Emektir” diye tanımlıyor.
Sevgiyi sınıflandıran yazıları da görmek mümkündür: Anne sevgisi, baba sevgisi, doğa sevgisi, yurt sevgisi, meslek sevgisi, karşılıksız sevgi vb…
Nasıl tanımlanırsa tanımlansın, nasıl sınıflandırılırsa sınıflandırılsın tümünün ortak bir noktası olduğunu düşünüyorum: Sevdiğinin iyiliğini istemek.
Tıp doğrudan insan ile uğraşan bir alan; insanların hastalanmalarını, acı çekmelerini engellemeye çalışan, hastalananları iyileştirme, acı çekenlerin acılarını dindirme çabasında olan bir meslek etkinliğidir.
Merkezinde insan olan tıp mesleğini seçen hekimlerin işlerini sevmelerinin çok önemli olduğunu söylemek yanlış olmaz. İşlerini severlerse mesleklerini daha iyi yapmaları için çaba göstermeleri bu sevginin doğal sonucu olacaktır. Mesleğini seven bir hekim doğal olarak insanları da sevecektir, insanların iyiliğini isteyecek, iyiliği için çalışacaktır. Kaldı ki hekimliğin sürekli insan ve çoğunlukla acı çeken insan ile uğraşmasından, saat kavramı olmaksızın sürdürülmesinden kaynaklanan yıpratıcılığı, tıp doktorunun mesleğini sevmesi sayesinde katlanılabilir olacaktır ve de işini sevdiği için yaşam boyu mutlu olacaktır.
Gerçek yaşam yukarıdaki idealize edilmiş durumla ne kadar örtüşmektedir?!
İnsanlar akademik başarıları biraz iyi ise daha öğrenimlerinin başında hekim olmaya özendirilmeye başlanır. Bu özendirme de itici güç mesleğin iş bulmada, para kazanmada, sınıf atlamada etkili olduğu düşüncesidir. Daha öğrenimin ilk yıllarında hekimliğe yönlendirilen çocuklara hekimliğin nasıl para ve itibar getirdiği anlatılır.
Tıp Fakültesi’ni kazanan ve öğrenime başlayan gençler daha ilk yıllardan hangi uzmanlık dalını seçerse para kazanır düşüncesi ile tıp eğitimine TUS (Tıpta Uzmanlık Sınavı)hazırlığı da ekleme çabasına girişir. Büyükler de boş durmaz bu yönde öneri ve yönlendirmelerde bulunmaya devam ederler.
Genç Tıp Fakültesi’ni bitirir, gözü TUS’ tan başka bir şey görmez. Zaten o “esas” doktor değildir ve olması için uzmanlaşması gerekir.
Şanslı olanları TUS’u kazanır ve 4-5 senelik uzmanlık eğitimi başlar; günaşırı nöbetlerin tutulduğu, meslekte uzmanlaşmak için çaba gösterirken her türlü zorlukların yaşandığı…
Ama olsun; “esas” doktor olacak para ve itibar kazanacak, her şeye katlanmaya değer.
Akranlarının iş yaşantılarının olgunluk dönmelerine girmeye başladıkları 30’lu yaşların başında artık “esas” doktordur ve iş yaşantısına merhaba diyebilir; gelsin paralar ve itibar…
O zamana kadar para ve itibar kazanması için bu mesleğe yönlendirilen hekimler, yine yönlendiren insanlar tarafından; senelerdir bekledikleri para kazanma anları geldiğinde bir anda “paragöz” ilan edilirler.
İşinde para kazanan, mesleğinde zenginleşen insanlar toplum tarafından onaylanır, örnek gösterilirken, para kazanmaya başlayan “esas” doktor toplum tarafından “paracı” diye damgalanır. Senelerdir para kazanma hayali yaşatılan, yaşayan hekimlerin büyük çoğunluğu hem beklediği parayı kazanamaz hem de itibar yerine “paracı” nitelemesi ile karşı karşıya kalır. Bunlar yetmez, sağlık siteminde yaşanan sıkıntıların asıl mağdurlarından biri iken büyük bir kısmının sorumlusu da ilan edilir.
Meslek sevgisi, kişinin işini sevmesi demiştik üst satırlarda.
Sadece mesleğe yönlendirme ve mesleği seçme nedenlerinden bile bakıldığında; toplumun yaklaşımı hekimin mesleğini sevmesine, işini severek yapmasın ne kadar olanak sağlıyor dersiniz?!
Son yıllarda görev başındaki hekimlere; ölüme varan ve sayısı hızla artan şiddetten, performans sisteminde fiziksel ve ruhsal olarak paralanmalarından söz etmiyorum bile…

  • Yorum Yaz

    * Required
    ** Email