preload preload preload preload

Tarım ve Hayvancılıkta Kendi Kendine Yeten Ülke


1st Ağustos 2017 Köşe Yazıları 0 Comments

29 Temmuz 2017 tarihli Resmi Gazetede karar sayısı 2017/10604 olan “Canlı Hayvan ve Et İthalatında Tarife Kontenjanı Uygulanması Hakkında Karar” adlı bakanlar kurulu kararı yayımlandı.
Karar diyor ki 31.12. 2018 tarihine kadar; 500.000 büyük baş, 475.000 küçükbaş canlı hayvan, 95.000 ton et 0 (sıfır) gümrük vergisiyle ithal edilebilir.
27 Haziran’da İthalat rejimine ek karar uyarınca, canlı büyükbaş hayvanların ithalat gümrük vergisi yüzde 135’ten yüzde 26’ya ve karkas et ithalatında yüzde 100 ile yüzde 225 arasında olan gümrük vergisi yüzde 40’a düşürüldüğünde Türkiye Kırmızı Et Üreticileri Merkez Birliği Başkanı Bülent Tunç Bloomberght’de “Gümrük vergilerinin indirimi yerli et üreticisini bitirir” demişti.
Bu kararın üzerinden bir ay gibi bir zaman geçtikten sonra gümrük oranlarının oralarda da tutunamayıp sıfırlanması, Bülent Tunç’un açıklamasından yola çıkarsak; yerli et üreticilerinin sıfırlanması anlamına gelir sonucuna varabiliriz.
Canlılar için en stratejik maddelerden birinin gıda olduğunu biliyoruz. İnsan da bundan azade değildir. Ekonomileri gelişmiş ülkeler bu gerçeğin ışığında tarım ve hayvancılığa azami desteği sağlayarak gıda üretimini garanti altına almakta; bununla da yetinmeyip gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin tarım ve hayvancılık politikalarına müdahale edip hem kendi üreticilerinin ürünlerine pazar oluşturmakta hem de o ülkeleri gıda açısından da kendilerine bağımlı kılmaktadır.
Ülkemiz de ne yazık ki bundan fazlasıyla payını almaktadır. Neoliberalizmin katıksız uygulanmaya başlandığı 1980’li yıllardan bu yana uygulanan tarım ve hayvancılık politikaları yerli üreticiyi artan bir ivmeyle üretimden koparmış, kırların boşalmasına neden olup kentlerde sağlıksız yığılmalara yol açmıştır.
Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, 1990 yılında 27 milyon 856 bin hektarlık tarım alanı, IMF-DB dayatmalarının etkisiyle 2002 yılında 26 milyon 579 bin hektarlık alana gerilemiştir. 2002 yılından bu yana bu gerileme artarak devam etmiş; tarım alanları 2 milyon 816 bin hektar azalışla 23 milyon 763 bin hektara düşmüştür. Sizin anlayacağınız 1990’dan 2016’ya son 26 yılda 4 milyon 93 bin hektarlık tarım alanı kaybedilmiş.
Hayvancılığı olmazsa olmazı meralarda durum daha vahimdir. 1970 yılında Türkiye’deki mera alanı 21 milyon 698 bin 400 hektarken, bu sayı 2016’da yüzde 50,2 düşüşle 10 milyon 811 bin 817 hektara gerilemiş.
Böyle olunca Çiftçi Kayıt Sistemi’nde kayıtlı çiftçi sayısında da hatırı sayılı azalmalar olmuş; 2002 yılında 2 milyon 588 bin 666 olan çiftçi, 2016 yılında yüzde 12,5’lik eksilmeyle 2 milyon 267 bin 176’ya gerilemiş.
Gelişmiş ülkeler tarım ve hayvan ürünlerinin ithalatına yüksek vergiler koyarak kendi ülkelerindeki üreticileri korumakla kalmayıp ciddi sübvansiyonlarla onları desteklerken ne yazık ki ülkemizde bunun tersi yapılmakta ve yukarıdaki rakamlardan da görüldüğü gibi hem ekilen hem de otlatılan alanlarda ve orada çalışanlarda büyük gerilemelere yol açılmaktadır.
Ülkemiz, tarım ve hayvancılıkta kendine yeten ülkeler arasından çıkarılalı bir hayli zaman oldu. Mevcut tarım ve hayvancılık politikalarıyla her geçen gün “kendi kendine yeten” o güzel günlerden daha uzaklara düşülmekte ve ithalata daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır.
Eti ucuzlatmak için 2010 yılında başlatılan canlı hayvan ithalatı ette kalıcı ucuzlama sağlayamadığı gibi 2017 yılında gümrük oranlarının sıfırlanmasına da engel olamadı.
Yapılması gereken çok basit aslında: Gelişmiş ülkelerin tarım ve hayvancılık politikaları üzerine bize söylediklerini yapmaktan tamamen vazgeçip, onların kendi ülkelerinde yaptıklarını aynen uygulamak…
Ekilebilir toprakların alanını, verimliliğini arttırmak, meraları ıslah edip alanını genişletmek, üreticileri destekleyip sayılarını arttırmak ve çiftçilerimizi, hayvancılarımızı, gelişmiş ülkelerin yoğun sübvansiyonlu tarım ve hayvan ürünlerinden korumak; “kendi kendine yeten ülke” durumuna geri dönmek için yapılması gerekenler diye düşünüldüğünde akla gelen ilk şeyler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Dr. Nedim İnce
Altınoluk / 01. 08. 2017

  • Yorum Yaz

    * Required
    ** Email