“(..) Bir kadın olarak ben, daha çok kadınları, yani toplumun yarısını düşünüyorum. Zihinsel olarak kadınların da erkekler kadar yaratıcı olduklarına kesinlikle inanıyorum. Buna karşın toplum çok az sayıda yaratıcı dehaya sahip büyük kadınlar yetiştirebilmiştir. Bunun nedeniyse herhalde doğanın eksikliğinden çok çevre etkisi ve eğitim eksikliğidir(..)”
Yukarıdaki satırlar “Yaratıcı Beyin- Dehanın Nörobilimi” adlı kitaptan alınmıştır. Kitabın yazarı Dr. Nancy C. Andreasen olup Nörobilim alanında dünyanın sayılı akademisyenlerinden biridir. Psikiyatri uzmanı olan Andreasen tüm dikkatini beynin nasıl çalıştığına yöneltmiş ve ilaçlı beyin MR’ları ile beynin sırlarını çözmeye ilk kalkışan bilim kadını olmuştur.
Yaptığı çalışmalarda kadın ve erkek beyinlerinin gerek yapılarında gerekse işleyişlerinde en ufak bir fark bulamamış; kadın ve erkek beyinlerinin farklı çalıştığını ileri süren çalışmalara kuşkuyla yaklaşmış ve doğru olmadığını düşündüğünü kitabında söz etmiştir.
“Eğer 100 yıl önce doğmuş olsaydım ben bu eğitimi alamayacak, yaratıcılığımı geliştirip bu tür eserler vermeyecektim” diyen Dr. Andreasen toplumsal cinsiyette çevrenin, toplumun önemine vurgu yapmıştır.
Ülkemizde kadına yönelik şiddetin son zamanlarda ivme kazanarak arttığını gözlemlemekteyiz. Aslında genelde artan şiddetin bir yansıması olarak düşünülebilecek bu duruma yakından baktığımızda, kadında seçicilik gösterdiğini saptayabiliriz.
Tarih boyunca toplumsal üretimde yer bulamayan, aile içine kapanıp kalan kadınlar bu rollere uygun yetiştirildiler: uyumlu, uysal, anne, ve erkeğe (babası, kayınbabası, kocası, erkek kardeşi, erkek akrabası vb…) mutlak itaat eden kadın. Erkekler toplumsal üretimde doğrudan yer almanın yanı sıra ailenin, toplumun güvenliğinde de yer aldığı için bu role uygun yetiştirildiler: Dışa dönük, agressiv, ‘vurdu mu oturtan’, yöneten ve kadından mutlak itaat bekleyen
150–200 yıl öncesine kadar mevcut üretim ilişkilerinin belirlediği toplumsal yapıda bir dengede giden ve göze batmayan bu durum kapitalist sanayi toplumu ile birlikte değişmeye başladı. Topraklarından koparılan erkeklerin gelirleri evlerini geçindirmeye yetmeyince teknolojinin de elvermesiyle kadınlar da üretime katılmaya başladı.
Kadın üretime katılınca ister istemez toplumsal yaşama da girmiş, tüm dünyaları olan evden başka bir dünya ile tanıştılar. Bu bir süre sonra toplumsal, siyasal, kültürel hak arayışlarının yolunu da açmış oldu.
Kadın artık toplumda erkek ile eşit bir konumda olduğunu; üretime doğrudan katıldığını, güvenliğini sağlamada etkinleştiğini görerek eşitlik mücadelesine başladı.
Kadının toplumsallaşması ve rolünün değişmesi ne yazık ki binlerce sene önceden gelen eğitim anlayışını ve kadına bakışı bir anda değiştiremedi.
ABD’de yakın tarihte yapılan bir araştırmada 21 yaşına kadar olağan dışı ölümlerin (kaza, cinayet vb…) %68 erkeklerde, %32 ise kadınlarda olduğu saptanmış. Yani biz hala erkek çocuklarımızı dışa dönük, agressiv, ‘vurdu mu oturtan’, kadınlardan mutlak itaat bekleyen bir anlayışla yetiştiriyoruz.
Ekonomik kriz dönemlerinde işsizlik, yoksulluk, yoksunluk toplumsal yapıyı sarsmakta, iç denetim gevşemekte, bireysel ve toplumsal şiddet artmaktadır.
Ülkemizde genel olan ve son yıllarda daha da artmaya başlayan eğilim kadınların evlerinde olması gerektiği yönündedir. Buna işsizliğin artmasıyla üretimde olan kadınların da işsiz kalıp evlerine kapanması eklendiğinde 150–200 senedir iyileşmeye başlayan kadının toplumdaki yeri başa dönmektedir.
Tüm bunların en dramatik sonuçlarından biri de kadına yönelen; yaşamını yok eden, bedenini sakatlayan, ruhunda onulmaz yaralar açan şiddettir.
Kadına yönelen şiddet, erkeklerin XY, kadınların XX kromozomu taşımasından değildir. Başta ekonomik olmak üzere, sosyal, kültürel ve eğitimsel nedenleri vardır.
Tanıyı doğru koyabilirsek; kadınlarımızı cahillikten kurtarıp özgür bireyler olmasına fırsat tanır, üretime katılmalarını sağlayıp ekonomik özgürlüğünü de kazanmış yurttaşlar konumuna gelmesine olanak verirsek, kapitalist düzene rağmen toplumsal cinsiyet sorununu büyük ölçüde çözeriz düşüncesindeyim.
Kız ve erkek çocuklarımızı aynı anlayış ve evrensel değerlerle yetiştirmek, eğitimde ve istihdamda kadınlara pozitif ayrımcılık yapmak dünyayı çok daha yaşanası bir hale getirecektir.
Hiç kuşkum yok…
Hiç kuşkunuz olmasın…
Dr. Nedim İnce
Mersin 02. 08. 2011
Son yorumlar