Askerlikte temel eğitim bitmiş, heyecanla kura çekmeyi bekliyoruz. Evliyim, evim Ankara’da; heyecanımı arttıran kuradaki Ankara sayısı…
Torbadan çıkardığım kâğıdı görevli subaya uzattım. Yüksek sesle okudu; “TCG Cezayirli Hasan Paşa- Karamürsel.” Sen git altmışa yakın Ankara dururken sadece altı olan donanmayı çek kurada…
Beni saran kederi; sevgili eşimi Ankara’da yalnız bırakacaktım ondört ay boyunca, bu sürenin denizde geçecek olması biraz hafifletti.
Tabip Subayı olarak atamam yapılan gemiye teslim olduğumda yerin neden Gölcük yerine Karamürsel olduğunu öğrendim. TCG Cezayirli Hasan Paşa Türk Deniz Kuvvetleri’nin okul gemisiydi ve Eğitim Komutanlığı da Karamürsel’deydi.
Gemide ondört ay süren, asteğmen olarak gidip, teğmen olarak terhis olduğum askerliğim boyunca; gerek öğrenci ve subay eğitim gezileri, gerekse donanmanın tatbikatları nedeniyle; Rize’den İskenderun’a neredeyse uğramadığımız liman kalmadı. Buna ek olarak üç haftalık İtalya ve Yugoslavya açık deniz seyri de yaptık; coşan denizin dalgaları ile gücünü bize ziyadesiyle hissettirdiği…
Benim yaş ve yaşıma yakın genç subaylarıyla, çabucak ısındık. Geminin özel ortamına subayların da özel insanlar olmasının eklenmesi ile bu hiç de zor olmadı. Deniz Teğmen Sabri ve Remzi en yakın arkadaşlarımdan oldular. İkisinin çok sık dillendirdikleri bir düşleri vardı: Yelken tekne sahibi olmak… Deniz Harp Okul’undaki öğrencilikleri sırasında, okulları adına katıldıkları yelken yat yarışları, onlarda tutkuya dönüşen bu hayalin baş sorumlusuydu.
Nasıl olduğunu anlamadan; hiç yelkenli tekne ile seyir yapmayan, bırakın seyri, limanda bile içine adım atmamış olan bana da bu düşleri bulaştı. Artık üç kişi bir araya geldiğimizde bundan başka şey konuşamaz olmuştuk: Koşullarımız elverdiğinde ihtiyacımızı belirleyip ona göre kendi yelkenli teknemizi yapacaktık; dikkat buyurun satın almaktan söz etmiyorum; düşü inşa etmekten bahsediyorum.
Askerlik biterken ikiyken üç olduk ve Ulaş katıldı ailemize. İhtisas sınavları, ihtisas derken; yelkenli düşü sırasının gelmesini beklemek için geri çekildi.
Bu kez torbadan çektiğim kâğıdı ben okudum: SSK Mersin Hastanesi… Üroloji Uzmanı olarak mecburi hizmetimi Mersin’de yapacaktım. İzmir’deki Üroloji İhtisasım sürecinde aramıza katılan Çağdaş ile dörtlenen ailemiz ile hala yaşamayı sürdürdüğümüz Mersin’e taşındığımızda takvim 1987 yılı Ocak ayını gösteriyordu.
Bir süre sonra eşimin Bandırma’dan tanıdığı bir memleketlimizle karşılaştık: Kadir Uygan. Yüksek kimya mühendisiydi ve Akdeniz Gübre Fabrikasında yönetici olarak çalışıyordu. Dostluklar ilerleyince hayaller de ortaya çıkmaya başladı. Ve Sevgili Kadir Uygan’ın emekli olduğunda kendi yelkenli teknesini yapma düşü de…
Derken kenarda sırasını bekleyen benim ki kıpırdanmaya başladı. Artık ne zaman bir araya gelsek, denizden, yelkenden ve yelkenli tekne yapma düşünden söz ediyorduk. Koşullar elverişli olmaya yüz tuttukça hayalin yakıcı tutkusu da sıcaklığını arttırdı; bu da harekete geçirme gücünü…
İhtiyaç ve koşullarımıza göre demirden bir tekne yapmaya karar verdik. Deniz tutkunu Sevgili Bülent Demirağ, yaklaşık on metrelik yelkenli teknemizin projesini kendi soğuk demir atölyesinde hayata geçirebileceğimiz müjdesini verdiğinde dünyalar bizim olmuştu.
Sevgili Kadir Uygan ile birlikte büyük bir arzu ve istekle teknenin inşasına başladık. İyi bir mühendis olması yanı sıra gerçek bir uygulayıcı olan Kadir Uygan, neredeyse tüm teknik ayrıntılarla uğraşmayı kendine görev edindi.
İnşaanın her aşaması büyük bir heyecan içinde geçti. İç ve dış donanımlarının hemen hepsi tekne denize indirilip “Hülya” ismini aldıktan sonra yapıldı.
Artık Kadir Abi ve ben, düşümüzü gerçekleştirmiştik ve tüm dünya denizleri istediğimiz her yere gidebileceğimiz bir alan olmuştu “Hülya” sayesinde.
Çok uzaklara gidemesek de, “Hülya” ile yirmi yıl denizle, rüzgârla, doğa ile iç içe yaşadık; dostlarımızla hissettik denizin huzurunu.
“Hülya” artık yaşlanmıştı, demirden gelmiş demire gitme vakti gelmişti. Doğanın döngüsü devam ediyordu.
“Hülya”, ardından bıraktığı birçok harika anının hüzünle harmanlandığı duygu selinde son yolculuğuna uğurlandı.
O artık yok…
Anıları ise ben yaşadıkça hep var olacak…
Dr. Nedim İnce
Mersin / 03. 02. 2105
Son yorumlar