Ulaş, büyük oğlumuz, ABD’ de siyaset bilimi doktorasını yapıyor ve bitirmek üzere. Bu süreç içinde tanıştığı Sinja ile evlenme kararını uygulama aşamasına gelince bize de buna katılıp tanıklık etme görevi düştü.
Ve düştük yollara; yerden 10 metre yüksekte, saatte yaklaşık 800 kilometre hızla ucan çelik bir tüp içinde.
İnsanoğlunun geldiği bu nokta önce düşüncelere dalmama neden oldu, ardından serbest çağrışımın sihri ile birbirinin kuyruğuna deyip ardısıra sahne aldılar.
Yüzbinlerce yıl geçmişi olan insanlık tarihinde son birkaç yüzyıldaki teknolojik gelişimler inanılmaz. Doğayı taklit edip havalanmayı hayal eden insanlar bunu başarmakla kalmamış kısa zamanda akil almaz ilerlemelere imza atmış; havada konforlu bir şekilde oğlumuza doğru uçuyorduk.
Hava uygundu ve baştan sona geçtiğimiz Avrupa’yı yukarılardan izleyebildim. O kadar benzer ve tek parça görünüyordu ki… Yakın zamanlarda milyonlarca insanin bir birini boğazladığı gerçeğini kabul etmek zorlaşıyordu.
Sınırlarla onlarca ülkeye bölünmüş Avrupa havadan bakınca tek parça görünüyordu.
Yine doğayı taklit eden insanlar, yırtıcıların idrarlarıyla belirledikleri bölgelerine benzer, kağıt üzerinde ülke sınırlarını belirlemişler ve yer yüzünü sanal sınırlarla parça parça etmişler. Bununla yetinmeyip sınırlarını genişletmek için akıl almaz savaşlara ve kıyımlara yol açarak doğadan ayrılmışlar; doğanın bir parçası olduklarını unutmuşlar: sermayenin bileyip araç olarak kullandığı sahip olma hırslarının peşi sıra giderek…
NewYork havaalanında, ABD’ye girerken insanoğlunun kendinden ne kadar korktuğuna bir kez daha tanık oldum: son derece geliştirilmiş güvenlik önlemleri; kime karşı…
Aslında çok da şaşırtıcı değildi, ülkemizde bile senede bir kaç kez olabileceği varsayılan hırsızlıklara karşı 365 gün ve 24 saat kendimizi gözetlettirmiyor muyuz yaşadığımız sitelere kamera koydurarak?
Ya MOBESE kameraları, işyerlerine, neredeyse tüm yaşam alanlarına konulan kameralar…
Bu insanin kendisinden ne kadar çok korktuğunun bir göstergesi değil mi?
NewYork kenti bana Babil’in Asma bahçelerini anımsattı. Bir farkla, Babil Kuleleri binlerce yıl önce tanrıya yaklaşabilmek umuduyla yapılırken, NewYork gökdelenleri daha fazla para için başlarını göğe doğru kaldırmışlardı.
Benim için şaşırtıcı olan bu cangılın içinde insanların yüzlerinin çoğunlukla gülmesi, beklediğim tedirgin davranışları sergilemiyor olmasıydı: insanlığın uyum yeteneğiyle açıklanabilir belki…
Ulaş’ın yaşadığı Ithaca kasabasına yolculuk beni bu düşüncelerden ayırdı. Yeşil ağaçlarla kaplı yeşil tepeler arasından yol alırken bir zamanlar buraların tarla olduğunu öğrendim. Endüstrileşen tarım buralardaki üretimi para etmez hale getirip insanların kentlere göç etmesine neden olmuş ve orman tarlalaştırılmış alanlarını tekrar ele geçirmiş: bir yanda hüzün bir yanda doğa adına sevinç…
Ithaca ağaçlar ve yeşillikler içinde kaybolmuş küçük bir kampus kasabası. Yaşam son derece sakin ve ayni ülkede bu kadar yakın yerlerde bu kadar değişik yasam tarzları beni bir kez daha şaşırtıyor: yaşamın hayrete düşürme kapasitesini defalarca görüp bilmeme rağmen…
Sizler bu yazıyı okurken Sinja ve Ulaş evlenme törenlerini bitirmiş ve ben tüm olağanlığına rağmen şaşkınlığa düşecek şeyler yaşamış olacağım.
Belki de hayat böyle birşey…
Dr. Nedim İnce
Ithaca / 14. 05. 2012
Son yorumlar