preload preload preload preload

Ahmet Leventyürü


15th Eylül 2014 Köşe Yazıları 0 Comments

Elindeki kapıyı yetiştirmeye çalışıyordu kan ter içinde; ancak sakarlığın bini bin paraydı. Bir yandan da gözünü kapıdan alamıyordu.
Koşarak marangozhaneden içeri giren çocuğu görünce kalbi heyecandan duracak gibi oldu. Üç güzel kızı vardı ve eşi dördüncü çocuğunu doğurmak üzereydi. Allah biliyor ya erkek çocuk olmasını çok istiyordu. İşte haber gelmişti. Nefes nefese gelen çocuk “- Müjdeyi isterim!” dediği anda ayaklarının bağı çözüldü; artık bir erkek çocuk babasıydı.
Baba, Ahmet Leventyürü’nün doğumuna çok mutlu oldu. Ama bu çocukları arasında küçük Ahmet’e ayrıcalık sağlamadı. Neyse ki iki ablası ile birlikte büyüme şansını vardı ve bunu ilkokul sonuna kadar doyasıya yaşadı. Annesinin şefkati ise hayatından hiçbir zaman eksik olmayacaktı.
İlkokuldan sonra ayrılık vakti geldi. Tahta bavulu ile Düziçi Öğretmen Okulunda baş başa kalmıştı. O anda yaşadığı yalnızlığın hüznü bu yaşta bile zaman zaman çıkagelir. Yeni gelenler yalnızlıklarını paylaşınca bir birleriyle çocuk neşelerini tekrar kazandılar. Gece yatakhanelerde yataklarında tek başına kaldıklarında hasretin hıçkırıkları gün geçtikçe daha seyrek duyulmaya başladı.
Öğretmenleri işlerini çok önemsiyor, şefkati esirgemezken ders konusunda nefes aldırmıyorlardı. “- Sizler bu ülkenin geleceğini eğiteceksiniz. Çok iyi birer öğretmen olmalısınız.” diyorlardı sürekli.
Okul bitti ve Ahmet Leventyürü sınıf öğretmeni olarak diplomasını aldı. İlk tayini bir köy okuluna çıktı. Okulu öğrencileri ile birlikte onardı. Onlara sadece okuma yazma, Türkçe, Matematik öğretmedi, aldığı eğitim gereği yaşama da hazırladı.
Artık kıdemli ve evli bir öğretmen olarak Mersin’de öğretmenlik yapıyordu. Hülya ile evlenmiş, Ayça ve Arda’da ile de çekirdek ailesini tamamlamıştı. Her babanın hayali çocuklarını iyi yetiştirmektir. Bu konuda gerek babasından gerekse hayattan öğrendiklerini esirgemeden çocuklarına uyguluyordu. Bir de diyordu kiradan kurtulsak, bir evimiz olsa…
Eşi de devlet memuruydu. Gözlerini karartıp borçlanarak bir ev aldılar. Ancak ay sonları gelmek bilmiyordu. Maaş dışı gelire ihtiyacı vardı.
Fotoğraf çekmeyi çok seviyor, ailesine ve arkadaşlarına güzel güzel fotoğraflar çekiyor, üstelik evde yaptığı karanlık odada banyolarını yapıp kendi kartlara basıyordu. Ve eline makineyi alıp parkta fotoğraf çekmeye başladı ve borcum bittiği anda parayla fotoğraf çekmeyi bırakacağım sözü vererek kendi kendine…
Önemli özelliklerinden biri sözünü tutmasıydı. Ve ev borcu bitince parkta fotoğrafçılığı da bıraktı.
Çocukları büyümüş, kendi de yorulmuştu. Emeklilik zamanı deyip yayladaki evine çekildi. Komşusunun “-Ahmet Bey gel şu gazeteyi beraber çıkaralım.” teklifini alınca karar vermede fazla tereddüt etmedi. Yorgunluğu geçmişti; üstelik çalışmayı da özlemişti.
Gazeteciliği sevdi. Nasıl sevmesin? Çok sevdiği fotoğraf çekme, bir şeyler yazma ve en önemlisi de toplum için bir şeyler yapma fırsatı tanıyordu kendisine. Sahibi olduğu İnternet haber sitesinin şiarını bir gün olsun bile terk etmedi: “Gerçekleri yazmak cesaret ister. Pratikhaber gerçekleri yazar!”
Yollarımız rahmetli sevgili Osman Tuğrul’un hastanedeki odasında kesişti. Arkadaşlık kısa zamanda ilerledi.
Ve bir gün bana gazetesinde bir köşe açmak istediğini söyledi. Sağa sola yazdıklarım vardı ama düzenli yazmak beni ürküttü. Yapabilir miyim sorusunun yanıtında emin değildim. Ama o emindi. Benim ipe un sermem onun cesaretini kırmadı ve beni cesaretlendirdi.
Yazmaya başladım.
Hala yazıyorsam…
Basılan iki kitabım başka kitapların habercisiyse…
Sevgili Dostum Ahmet Leventyürü’nün yüreklendirmesi sayesindedir.
Ve her türlü teşekkür boynumun borcudur.
Dr. Nedim İnce
Altınoluk / 15. 09. 2014

  • Yorum Yaz

    * Required
    ** Email