preload preload preload preload

Biricik Olmak ve Diğerine Benzemek Arasında Salınım


29th Mayıs 2012 Köşe Yazıları 0 Comments

İnsan, bir yandan eşsiz, biricik, en yakışıklı, en güzel, en, …, en, …., en, …, olmak istiyor; diğer yandan da kendine bunu hissettirecek; aralarında güvende olacağını bileceği insanlara gereksinimden dolayı onlardan farkı olmadığını gösterme ihtiyacını mı duyuyor?
Bu soru uzun süredir kafamı kurcalıyordu. 26. Mayıs 2012 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nin kültür sayfasında rastladığım bir haberde bunun sadece benim derdim olmadığını gördüm:
“Martin Zimmermann ve Dimitri de Perrot, 18. İstanbul Tiyatro Festivali’nin artistik anlamda belki de en “gösterişli” yapımı “Hans ya da Heiri” ile üç gün boyunca İstanbul’un konuğu olacak. 360 derece dönen bir ev yerleştirdikleri sahnede hem oyuncuları hem de kavramları ters yüz eden ikili, insanın diğerlerine benzemek ve biricik olmak arasında salınan karmaşasını sahneye aktarıyor. İnsan doğasını ise şu sözlerle anlatıyorlar: Ter ve gözyaşı, şans ve talihsizlik… Her zaman karmakarışığız!”
Özlem Altunoluk’un haberi diğer ayrıntılarla devam ediyor.
Diyalektiğin kurallarından biri de zıtların birliğidir. ‘Biricik’ olmanın zıttı ‘birbirine benzemektir’. Yaşamdaki bu diyalektik izdüşümü, yazar, düşünür, psikanalist Dr. Julia Kristeva İstanbul’da verdiği konferans sonrası Radikal Gazetesi’nden Figen Şakacı ile yaptığı söyleşide şu şekilde ifade etmektedir:
‘…Ne var ki, bu biricik olma halini ancak başkalarıyla ilişkide tanıyabiliriz ve tamamına erdirebiliriz. İnsan mutlak tekilliğin kara güneşinde yaşar, ama başka tekilliklerle ilişkiye girdiği ölçüde insandır –başkasının bakışı olmadan “ben” olamaz, insan kendini ancak ilişkide tamamlar…’
Başkasına bu kadar gereksinim duyan insanın geldiği sosyokültürel ve ekonomik durum ve aldığı eğitim sonucunda biricikliğe akışını da dile getiren satırları ise:
‘…Bugünün dünyasında, içine doğduğumuz kültür coğrafyasının bireyi, kendi ‘ben’inin özgünlüğünü doğrulamak, kendini taklit edilemez biricikliğine inandırmak ihtiyacını artık gözle görülür somutlukta hissetmekte. Kişi ancak kendi beni özgün ve biricik olduğunda birey olabilmekte, kendine ve diğerlerine ancak bu şekilde değer verebilmektedir…’
Şeklinde söyleşide yer almaktadır.
Bir yandan ‘biricik’ hissini duymak için başkalarına ihtiyacı olan insana, tüketime dayanan, paranın neredeyse tek değer olduğu sistem, ‘tüketici’ tek tipliğini dayatmaktadır.
Biriciklik ve diğerine benzemek arasında salınıp duran, zıtlığın ‘karmaşasını’ yaşayan insana Ekrem Düzen, Milan Kundera’nın ‘Ölümsüzlük’ eserinden yola çıkarak: “İlk bakışta çıkış yok gibi görünüyor. Ancak kişinin elinden, kendisinin asla alınamayacağını kavramış kişiler için bir çıkış yolu var ve Kundera da bize bunu gösteriyor satır aralarında: Bu yol, ‘üslup’tur “ demektedir.
Salınımdan en az etkilenmenin yollarından biri kişisel üslup gibi duruyor. Bunu da oluşturmak için irade, donanım, disiplin, eğitim ve direnç gerekiyor.
Ve öncelikle de bunun farkına varan bir bilinç…

Dr. Nedim İnce
Mersin / 28. 05. 2012

  • Yorum Yaz

    * Required
    ** Email