preload preload preload preload

Anadolu’yu Vermeyeceğiz


24th Mayıs 2011 Köşe Yazıları 0 Comments

Kapitalizm 1973 yıllarında girdiği büyük ekonomik bunalımdan çıkış yolu olarak henüz ulaşamadığı ülkelere, alanlara nüfuz etmeyi gördü. Küreselleşme adı ile olumlamaya çalıştıkları dünya çapındaki saldırılarını neolibiral politikalar ile parlatarak, hemen her ülkeye ve alana sermayenin girmesi sağlandı.

Her türlü kamu hizmet alanı sermayeye ardına kadar açıldı. Yurttaş olmadan, insan olmadan kaynaklanan kamusal hizmet alma hakkı, sermayenin istilasından sonra parası olana verilmeye başlandı: sağlık, eğitim, belediye hizmetleri alanları buna örnek olarak verilebilir.
Hizmet sektörü bir süre sonra sermayenin iştahını kesmedi; zaten uzun süredir mevcudiyetini sürdürdüğü ama kısmen kamu yararı kontrolü altında olduğu doğal kaynaklara büyük bir saldırı geliştirmeye başladı.

Doğal kaynaklar: ormanlar, dağlar, madenler, ırmaklar, dereler, göller kamu yararı gözetilmemeksizin ve kamu denetiminden oldukça uzak bir şekilde sermayenin doymak bilmez açgözlülüğüne açıldı.
2002 yılından bu yana Madencilik Yasası, Elektrik Piyasası Yasası ve buna dayandırılan Su Kullanım Anlaşmaları, Petrol Yasası, Orman Yasası sermaye lehine birçok değişikliğe maruz bırakıldı. Siyası iktidar ulusötesi şirketlerin beklentilerini karşılayacak bir çok değişikliğe imza attı.

Bergama, Eşme, Kaz Dağları altın madencilerinin delik deşik ettiği yerler oldu. Son günlerde Kütahya’da Gümüş madenindeki setin çökmesi ile gündeme gelen siyanür ve ağır metallerle ilgili çevre felaketi durumun ne kadar ciddi olduğunu; ulusötesi şirketlerin kar için nasıl her türlü riski göze aldığını bir kez daha gözler önüne serdi.
Sayısı 4 binlere yaklaşan HES projeleri belki bir süreliğine enerji gereksinimini karşılayacak ama onulmaz çevre felaketleri pahasına…

Anadolu’nun yer altı ve üstü kaynaklarına yapılan ve talan kavramı ile tanımlanabilecek bu saldırı; ülkesine sahip çıkan birçok insanı ve ülkemizin dört bir yanında harekete geçirdi.

Tamamen gönüllülerden oluşan binlerce “Anadolu Aşığı,” 10 ayrı bölgeden siyasi kararların alındığı Ankara’ya yürüyüşe geçti.

Düğünler masallarda 40 gün 40 gece devam eder, gerçek yaşamda ise bu büyük yürüyüş 40 gün 40 gece sürecek: geçtikleri her yerde “Anadolu’yu Vermeyeceğiz” çığlıklarının yankılarını bırakarak…

İlk kervan 2 Nisan’da Artvin’den yola çıktı. Bunu sırasıyla Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Hasankeyf’ten yola çıkan Mezopotamya Kervanı, Türkiye’nin son göçerleri Sarıkeçililerin de develeriyle eşlik ettiği Doğu Akdeniz Kervanı, at arabalarını süslemiş, yola Bodrum’dan çıkan Batı Akdeniz kervanı, İzmir’den başlayan Kuzey Ege kervanı, Güney Ege kervanı, Trakya’dan başlayıp İstanbul yürüyüşçüleriyle birleşen Trakya kervanı, Loç Vadisi’nin enerjisiyle yol alan Batı Karadeniz kervanı ve son olarak Avanos’tan çıkan İç Anadolu kervanı takip etti. 10 farklı koldan ilerleyen yürüyüşçüler bu ayın son haftası Ankara’da buluşacaklar ve istekleri kabul edilene kadar Ankara’da kalma kararlılığını yaşama geçirecekler.

İstekleri gayet basit:
* Doğanın yaşama hakkının anayasal güvence altına alınması
* Kırsaldan büyük kentlere göçün engellenmesi
* HES ve baraj projelerinin durdurulması
* Ormanların yok edilmesine son verilmesi
* Madencilik faaliyetlerinin durdurulması
* Yanlış tarım politikalarının terk edilmesi; hibrit tohumların, GDO’lu ürünlerin ve üretimde kullanılan her türlü kimyasal maddenin kullanımının durdurulması
* Termik ve nükleer santral yatırımlarının durdurulması.
* ÇED Yönetmeliği’nin iptal edilmesi
* Tüm koruma alanlarını ticari yatırımlara açan Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı’nın geri çekilmesi, Yenilenebilir Enerji Kanunu’nun iptal edilmesi
* Devlet Su İşleri (DSİ) ile Çevre ve Orman Bakanlığı’nı aynı çatı altında birleştiren yapının değiştirilmesi.

Anadolu’nun tüm insanları bu adsız kahramanların mücadelesine sahip çıktıklarında kimse Anadolu’yu alamaz.

Ve “Anadolu’yu Vermeyeceğiz” mücadelesi başarıya ulaşır ve de torunlarımız, ağaçlarımız, kuşlarımız, börtü böceğimiz, balıklarımız, derelerimiz bizi coşkuyla alkışlar.
Dr. Nedim İnce
Mersin / 19. 05. 2011

  • Yorum Yaz

    * Required
    ** Email