preload preload preload preload

Ondan Öğrendiklerim


17th Mart 2015 Köşe Yazıları 0 Comments

Çocukların neşe içinde, çığlık çığlığa kartopu oynamalarını seyrediyordum. Yeni yağmış ve her yanı beyaza boyamakla kalmayıp tüm çirkinlikleri de beyaz örtüsü altına saklamış olan kar, harika bir oyun malzemesi de olmuştu aynı zamanda çocuklar için.
Hani filmlerde olur ya; bir şeyi seyrederken çağrıştırdığı bir anı dilimine dalar gidersin; aynısı benim gerçek yaşamımda oldu: beni çocukluğuma; ona, götürdü.
İlkokul üçüncü sınıfında Kış ayının soğuk günlerinde birinde yine bu günkü gibi her yer kar, her yer bembeyazdı. Okulu bana sevdiren günlerden biriydi: Cumartesi öğleden sonra ya da Pazar. Sokakta arkadaşlarımla çığlık çığlığa kartopu oynuyor; o sokak senin bu sokak benim köyün içinde koşturup duruyorduk. Bir anda hepimiz durakladık. Karşımızda soğuktan donmak üzere olan, açlıktan zor ayakta duran bir eşek yavrusu, bir sıpa, duruyordu.
Beyazın içine serpiştirilmiş siyah tüyleriyle griye yakın bir renk alan derisi kemiklerine yapışmış; yardım isteyen gözlerle bizi bakan sıpa, hepimizi çok etkilemişti; ama çocukluk işte sadece bir anlığına…
Tekrar oyuna döndüğümüzde nereye baksam sıpanın yardım isteyen ya da benim öyle baktığını düşündüğüm gözlerini görüyordum. Doğru eve yöneldim. Aldığım ip parçasını yürümeye mecali olmayan sıpanın boynuna doladım. Ardım sıra avluya getirdim.
Hayvanların damında yer yoktu ancak Kışı yarılamış olmamız nedeniyle samanlıkta genişçe bir yer açılmıştı. Babamı ikna edebilirsem sıpanın yeri orası olacaktı. Babamın kahveden gelmesi, heyecanla beklediğim andı. Ben bir çırpıda olanları anlattım. Ve onu besleyip büyütmeme izin vermesini istedim. Bir bana bir sıpaya baktı ve olur dedi. Yaşadığım sevinç şu an bile beni sarıp sarmalamaya yetiyor.
Sıcak bir yere kavuşan sıpa artık benim en yakın arkadaşım olmuştu. Onu besliyor, onunla konuşuyordum. Her şeyiyle ben ilgileniyordum. Artık oyun arkadaşım da olmuştu; avluda, sokaklarda birlikte koşturuyorduk.
Bu sayede bana bir canlıyı sevmenin, ona şefkat göstermenin verdiği mutluluğu öğretti.
Yaz geldi. Bu da tarlaya, kırlara çıkmamız, karnımızı doyurmak için toprak ananın döşünü deşmemiz demekti. Mandaları kırda bayırda otlatmaya götürürken artık dibimden ayrılmayan bir arkadaşım vardı; gri beyaz rengiyle her gün benim gözümde daha da güzelleşen sıpam.
Biraz da dibimden ayrılmamakta haklıydı. Otların en güzelini elimden yiyor; hasat sonrası buğday, arpa, yulaf tarlalarındaki döküntü başaklar da onun en sevdiği menüler arasında bulunuyordu, yine elimden yediği…
Hala çok küçüktü ve hala oyun çağında bir çocuk gibiydi. Bana olmadık maskaralıklar yapıyor, sataşıyor, koşuyor, koşturuyordu. En sevdiği şeylerden biri de bir kedi bir köpek gibi onu beslerken elimi ısırır gibi yapmasıydı. Kim bilir belki bu onun öpücüğü idi…
Yine kış, yine okul, yine samanlık… Sevdiğim Cumartesi ve Pazar günleri ki sıpa da çok seviyordu; çünkü en fazla bu günlerde birlikte zaman geçiriyorduk.
İkinci yaz o iyice besili, benden daha hızlı büyümüş ve sıpalığa veda etmeye başlayan bir şey olup çıkmıştı. Artık sırtında beni taşıyabilecek bir güce ulaşmıştı. Oyunlarımız yan yana değil üst üste de devam etti. Çok neşeli bir arkadaşımdı; sadece benden başkası sırtına binmeye kalktığın an hariç; o an huysuzlanıyor ve buna izin vermiyordu. Hayvanların peşinde giderken artık yan yana yürümüyorduk; onun sırtında gidiyorduk birlikte. Tabii ki ödülü elimden yediği en taze otlar ve ekin başaklarıydı. Bir de ön ayaklarını dizlerinden kırıp, ben yerdeyken üstüme hafifçe dokunması…
Artık iyice büyümüş, yetişkinleri de taşıyacak güce ulaşmıştı. Dedem ve babam çok seyrek de olsa bindiğinde onlara ses çıkarmıyordu. Hatta dedem ufak tefek yükleri taşırız düşüncesiyle yaptığı semeri sırtına vurduğunda pek fazla huysuzlanmamıştı; hoş o da çok sık olmamışta ya…
Sakin bir eşek olmuştu ama hala benim küçük sıpamdı ki o da öyle davranmayı sürdürüyordu. Üstündeyken beni hiç sıkıntıya sokmaz; arkadaşlarımızla yaptığımız yarışlarda beni koruma pahasına gerilerde kalır, bundan dolayı benim tepinmeme hiç aldırış etmezdi.
Her davranışı ile sevgi ve şefkatin karşılığını misliyle verir ve karşılıksız kalmayacağını öğretirdi.
Bir gün kırdan köye dönerken önümüze neredeyse onun iki katı büyüklükte bir arkadaşım sürdüğü dişi eşek düştü. Binicisi köye yaklaşınca eşeğini koşturmaya başladı. Beni gözünden sakınan erkek sıpamın, o an gözü bir şey görmez oldu, beni tamamen unuttu. Dişi önde biz arkada rüzgar gibi uçuyorduk; ben üstünden uçmamak için var gücümle ona sarılıp korkudan yaprak gibi titriyordum. Neyse ki köy yakındı ve evine gelen dişi durunca biz de durmuş ve derin bir nefes almıştım.
Bana dişinin erkek için nasıl bir çekim gücü oluşturduğunu öğretti.
Köpekleri nedense sevmezdi. Gördüğünde onlar kaçana kadar peşlerinden koşardı. Bir gün yine bu kovalamaca sonunda yaralı geldi. İlk defa oluyordu. Yaralarını temizleyip bakımını yaptım.
Bundan bir süre sonra benim sıpada bir huysuzlanma hissettim. Zaman zaman uysallığını yitiriyordu. Anneme, babama söz ettiğimde o zaten oyuncu bir eşek dediler ve önemsemediler.
Bir gün annem ve kardeşlerim tarlada çapa yaparken ben de yan tarladaki anızda hayvanları otlatıyor, sıpayı da topladığım başaklarla besliyordum. Yere çömelmiş topladığım ekini ona yedirirken ön ayaklarını dizinden kırarak üstüme çullandı; oyun yapmadığını sağ omuzumdan ısırınca anladım. Ayaklarımı altına toplayıp üstümden atmaya çalıştım, ancak kısmen başarılı oldum ve sağ bacağıma yapıştı. Çığlıklarımı duyan annem ve kardeşlerim yetişerek onu üstümden kovaladılar.
Hastane, pansumanlar ve ailece vurulan kuduz iğneleri…
Her şeyden habersiz tarlaya giden babam bizi bulamayınca oradaki sıpayı tutup üstüne binerek eve getirdi. Avluya bağlanan benim sevgili arkadaşım nöbet nöbet çıldırıp önündeki hasırı parçalıyordu. Sakinlediği zamanlarda ilk rastladığımdaki o yardım isteyen bakışlarını yöneltiyordu bana. Kendime mi yanayım ona mı? Kestiremiyordum o anlarda…
Kuduz olduğundan artık şüphe yoktu. Kırda başka hayvanın erişemeyeceği bir derinlikteki çukurda uyutuldu son uykusuna…
Giderayak kontrolünü kaybeden bir canlının en yakınına, en sevdiğine bile zarar vereceğini öğreterek…
Dr. Nedim İnce
Mersin / 17. 03. 2015

  • Yorum Yaz

    * Required
    ** Email