ŞAİR ve YAZAR, MİMAR CENGİZ BEKTAŞ
Sevgili Cengiz Abiyi 20 Mart 2020 tarihinde yitirdik. Tükenmek bilmeyen enerjisini sonsuz yolculuğunda da kullanacaktır Cengiz Bektaş, eminim.
Corona salgınının ülkemizi de gün geçtikçe daha fazla etkilediği bu günlerde aramızdan ayrılna Cengiz Abi, rgündemin tek konusu Corona olması nedeniyle hak ettiği şekilde uğurlanamadı ne yazık ki…
Günler geçer ve ortam sakinleşir ve Cengiz Bektaş ile ilgili anma ve etkinlikler yapılır; buna inanıyorum.
Ben Cengiz Abi’yi onun sağlığında yazdığım ve “Hayatın İçinden Portreler” kitabında yer alan ve de kendisinin de okuma fırsatı bulduğu yazımla uğurluyorum:
“Bana çok tanıdık gelen avlu kapısından girdiğimizde, bizi Akbaş cinsi bir köpek karşıladı.
Sevgi gösterilerim, havlamasını kesmek bir yana, daha da arttırdı. Sevgili Cengiz Abi, akbaşı
yatıştırmaya çalıştı, işe yaramayınca aramıza girip güvenli bir şekilde eve varmamızı sağladı.
Ev de çok tanıdıktı. Avlu kapısı, evin kapısı, kapı kolları, taban döşemesi, duvar sıvası,
pencerelerde kullanılan malzemeler, odanın döşenişi; hepsi de çok bildikti.
Şair ve Yazar Mimar Cengiz Bektaş, Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği Mersin Şubesi’nin
Genel Merkezi ile birlikte, 2013 Kasım ayında Mersin’de düzenlediği, 3. Akdeniz Buluşması
Eğitim ve Kültür Çalıştayının İstanbul’dan gelen davetli konuşmacılarındandı. Adana
Havaalanından alıp daha sonra geri bırakma görevi bana verilmişti. Ak saçlı, ak sakallı
,gözlerinin için gülen bir delikanlı belirdi kapıda. Bu Cengiz Bektaş’tı; fotoğraflarından
tanıdığım…
Neredeyse yaşamın her alanında, durup dinlenmeden ürettikleri, hayata kattıkları nedeniyle
saygı duyuyordum. Çalıştaya katılması ona duyduğum saygıyı daha da arttırmıştı. Yol
boyunca yapılan sohbetten aynı zamanda bilge bir kişiyle karşı karşıya olduğumu anladım.
Saygıya, hayranlığın da beslediği bir sevgi eklendi.
Denizli’de bir tüccar babanın sekiz çocuğundan yedincisi olarak dünyaya geldiğinde genç
Cumhuriyet’in coşkusu karşılamış onu ve sarıp sarmalamış. İlkokul dördüncü sınıftan sonra
eğitimini sürdürmek için İstanbul’un yolunu tutmuş ağabeylerinin yanına. Belki de
Cumhuriyet’in okul yaptırıp devlete hediye eden ilk üç yurttaştan biri olan baba, çocuklarının
eğitimleri için de hiçbir fedakarlıktan kaçınmamış. İstanbul’da satın aldığı evde, anneleriyle
birlikte lise ve üniversiteyi okumalarını sağlamış.
Cengiz Bektaş, daha ortaokul yıllarında mimar olmayı kafaya koymuş. İstanbul Erkek
Lisesinden sonra İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde mimarlık ve iç mimarlığın ilk iki
senesini okuyor; ardından Almanya’da Münih Teknik Üniversitesi’nde sınav sonrası bir üst
sınıftan mimarlık eğitimine devam ediyor. Çok çalışmak istediği iki Alman mimarın ortak
bürosunu bir süre yönetip onların deneyimlerini özümsüyor.
Memleket hasreti bağrını yakmaya başladığı bir zamanda ODTÜ imdadına yetişiyor ve
öğretim görevliliği yanı sıra inşaat işleri mimarlık bürosu yöneticisi oluyor.
Akademik ortamın katı kurallarının onun yaratıcılığını kısıtladığını hissediyor, tereddütsüz
ayrılıp özel mimarlık bürosunu kuruyor ve özgün tasarımlarını hayata geçirme fırsatı yaratıyor
kendisine.
Başlangıçta çok az iş geliyor bürosuna. Mimarizm internet sitesi ile yaptığı bir söyleşide bunu
nasıl aştığını anlatırken mesleki ahlak konusunda da ipuçları veriyor:
“(..)Sonraki beş buçuk yıl boyunca yarışma mimarlığı yaptım, 25 tane ödül kazandım. Ama
beş buçuk yıl sonunda tanınmıştım ve iş geliyordu artık. Tanınmışken hala yarışmalara
katılıyor olmayı gençlere saygısızlık olarak değerlendirdim. Bir de ciddiyetsizlik sorunu
vardı. Ben, aldığım bir proje üzerinde en az sekiz ay çalışırım. Fakat yarışmalar için çok kısa
süre harcıyordum. En uzun çalıştığım yarışma projesi Lizbon Büyükelçilik binasıydı, 20
günde çizdik. Bu da ciddiyetsizlikti bence. Bir daha yarışmalara katılmayacağıma dair söz
verdim kendime ve katılmadım(..)”
Yine aynı söyleşide mimarlık anlayışının temellerini ortaya koyarken insana ve hayata
bakışını da özetlemiş oluyor:
“(..)Bana göre mimar, özellikle de bizim mimarlarımız, kültür birikiminin bilincinde olmalı.
Mimarlık elbette ki insanlar için, bu çağda onlara insancıl oylumlar sunmak için
yapılmalıdır. Onların gereksinimleri, mutlulukları, sağlıkları için çalışmak demek bu(..)”
Hayatı bir bütün olarak kavradığında sadece özel mimarlıkla yetinemiyor. Ürettiğini
paylaşırsa mutluluğu yakalayacağını biliyor. Zafer Mühendislik Mimarlık Yüksek Okulunda
öğretim görevliliği, ardından önce Eskişehir Anadolu Üniversitesinde sonra Trakya
Üniversitesi’nde “Halk Yapı Sanatı” dersini vermesi, İstanbul Marmara Üniversitesi Güzel
Sanatlar Fakültesinde “Sanat Felsefesi” ve “Sanat Sosyolojisi” dersleri vermesi, Mimar Sinan
Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehircilik Bölümü lisansüstü öğrencilerine
“Kültürün Planlamaya Etkisi” konusunda, Güzel Sanatlar Fakültesi’nde de “Estetik”
konusunda dersleri vermesi, 19 Mayıs Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde ders vermesi
akademik alanda yaptıklarına örnek verilebilir.
Hayatın başka alanlarında da üretmeyi, yaratmayı sürdürüyor. Şiirler yazıyor kitaplar dolusu,
duygu yüklü. Denemeler kaleme alıyor özgün düşüncelerini paylaştığı. Mesleki kitaplar bir
biri ardı sıra geliyor deneyimlerini genç kuşaklara cömertçe aktardığı. Konferanslar, paneller,
radyolar, televizyonlar daha fazla insana ulaşmak için yorulmadan kullandığı araçlar oluyor
ki, tanışmamız da bu sayede gerçekleşiyor.
Cengiz Bektaş'ın şiirde birçok ödülün yanında Uluslararası Ovidius Şiir Ödülü (2005),
Ceyhun Atıf Kansu Ödülü (2007), Dionysos şiir Ödülü (2012), Dil Derneği Onur Ödülü
(2010); mimarlıkta da Ağahan Ödülü (2001), Uluslararası Mimar Sinan Ödülü (2014), Yeni
Kuşak Köy Enstitüleri Aydınlanma Ödülü (2009) veriliyor.
“(..)Mimarlığın temeli kültürdür. Yazarlığımla, mimarlığımla kültür ortamı için çalıştım hep.
Sağlıklı bir kültür ortamında olmak, insanın tüm çevresiyle, doğayla ilişkilerini de elbette
olumlu etkiler.(..)”
Tasarım yarışmaları internet sitesinde gazeteci Gamze Akdemir’le yaptığı söyleşide böyle
diyor Cengiz Bektaş.
Genç Cumhuriyet’in coşkusuyla yoğrulmuş, ülkesi için, insanlık için, börtü böcek için bir
şeyler üretmekten başka derdi olmayan bir çok güzel insandan oluşan bir çevre içinde
olgunlaşıyor. Enerjilerinden yararlanıyor, bilgeliklerinden feyiz alıyor; Halet Çambel, Azra
Erhat, Sabahattin Eyüboğlu, Türkan Saylan ve daha nicelerinden; enerjisi enerjilerine
katılıyor, karşılıklı besleniyorlar. Tükenmek bilmeyen bir üretme ve paylaşma heyecanı
yaratıyorlar birlikte.
Böyle olunca basılan kitapları yüzü geçiyor. Gerek meslek alanında gerekse edebiyatta aldığı
ödüllerin sayısını da artık karıştırıyor.
Seksenine merdiven dayamış, özel çalışmış bir insan olarak bunları nasıl gerçekleştirdiğine
dair küçük bir sır daha veriyor söyleşisinde:
“(..)Çünkü yaşamak için gerekli olan paradan fazlasının kazanmaya kalkıştığınız zaman, o
fazla para sizin insanlığınızdan yiyiyor(..)”
Akbaşın sahiplerini ve yeni doğurduğu yavrularını koruma içgüdüsüyle çok da hoş
karşılamadığı ve bana çok tanıdık gelen ev, Cengiz Abi’nin yıllarca önce Güre Köyü’nde
kerpiçve geleneksel malzemelerden inşa ettiği evdi ve yazının başında da söz ettim,
doğduğum kerpiç evi gördüm yeniden orada. Halk yapı sanatını eksiksiz kullandığı bu ev aynı
zamanda yaz aylarında genç mimarların atölye çalışmaları yaptıkları bir mekan görevi de
görüyordu.
Cengiz Abi: “Artık daha fazla zaman geçireceğiz burada diyordu” ve ekliyordu; “ yazacak o
kadar şey birikti ki…”
Bu ak saçlı, ak sakallı, gözlerinin içi gülen Anadolu aydınının alçak gönüllüğüne halel
getirmeden sergilediği enerjisine, coşkusuna tanık olduktan sonra gel de;
“Yoruldum!” “Usandım!”de…
Ne mümkün!..”
Sevgili Cengiz Abi sonsuz yolculuğunda yıldızlar yoldaşın olsun!
Dr. Nedim İnce
Altınoluk / 31. 03. 2020
Son Yorumlar