2004 yılında yürürlüğe giren 5199 sayılı “Hayvanları Koruma Kanunu”, bakanların kurulunun 11.06.2012 de imzalayıp 11.09.2102 de meclise sevk ettiği “Hayvanları Koruma Kanununda Değişik Yapılmasına Dair Yasa Tasarısı” ile değiştirilmek istenmektedir.
Birçok hayvan sever mevcut kanunun yeterli olmadığın söylemekle birlikte önerilen değişikliğin daha da sıkıntı yaratacağını düşünmektedir. Düşünmekle kalmayıp engellenmesi ve kamuoyunun bilgilenmesi için geçtiğimiz Pazar ülkemizin birçok kentlerinde eşzamanlı olarak meydanlarda gösteri yürüyüşleri yapmışlardır.
Canlılar milyarca yıl süren evrim sürecinden geçerek bu güne gelmiştir. Tek hücreden çok hücreye ve şu anda onun en tepesinde olan memeliye ve oradan da insana varan bu gelişme durmamıştır. Devam eden evrimin milyarlarca yıl sonra nerelere gideceğini bilemiyoruz.
İnsanlar şu andaki evrim basamağında olmanın verdiği özgüvenle bir yanılsama içindedir. Sanmaktadırlar ki değişim durmuş ve onlar son harikalardır ve de bu nedenle bu dünyanın tek sahibidir. Gelişen beyinleri onun komutlarına harfiyen uyan elleri sayesinde ürettikleri bilgi, teknoloji ile bu dünyadaki her şey kontrolleri altındadır. Tek hücreden çok hücreliye tüm canlılar onun düzenlemesine uymak, denetimine itiraz etmemek durumundadır.
Bu anlayış binlerce sene insanın dünya ile ilişkisini belirlemiş ve hayvanlara davranışlarına yön vermiştir.
Bu istikamet ilk olarak avcı toplayıcı düzende hayvanın etinden yararlanmak şeklinde olmuş, sonra da evcilleştirilerek emeği sömürülmeye başlanmıştır. Denebilir ki insan insanı sömürmeyi hayvanların emeğini sömürerek öğrenmiştir.
Tarım toplumunda toprak hayvanın gücü ile işlenmiş, göçebe toplumda ise hayvan eti ve sütü ile geçim kaynağı olmuştur.
Bu süreçte doğrudan üretimin içinde olmayan hayvanlar da insanlarla birlikte yaşamaya başlamışlar: köpek onun koruyucusu, arkadaşı olurken kedi ise tahıl stokları nedeniyle kümelendirdiği fareler ve etrafa saçtıkları besin artıkları için insanın etrafında dolanmaya başlamıştır.
İnsanın da doğasına uygun kırsal yaşamda tüm hayvanlara tabii ki insana hizmet etme ve zarar vermeme koşuluyla iyi kötü bir hayat alanı mevcuttur. Gelişen ve farklılaşan üretim araçları insanları kırlardan koparıp kentlere kümelendirmiştir berberinde de kedi ve köpekleri…
Binlerce yıl birlikte yaşadığı kedi ve köpek kent yaşamında, doğadan kopmanın sızısını bir nebze azaltırken bir nevi genlere işlemiş alışkanlığın sürmesine neden olmuştur. Diğer yandan ise son gösterilerde atılan “arkadaşıma dokunma”, “can dostum” sloganlarının da işaret ettiği gibi yeni bir işlev üstlenmiştir: kentte yalnızlaşan insana arkadaş olmak, öfke ve talan dünyasında şiddetle ihtiyaç duyduğu sevgiyi vermek.
Yeni tasarı gözden geçirildiğinde bazı hayvan severlerin dile getirdiği gibi şefkat eksikliğini görüyorsunuz; can gibi değil de mal gibi düşünüldüğünü: kontrol altında tutulacak, sokaklardan uzaklaştırılacak, derdest edilecek…
Onbinlerce senedir süren insan hayvan ilişkisinin ruhuna tamamen uygun bir anlayış…
Bu ilişkiyi sorgulayalım ve yeniden kurmanın yollarını arayalım.
Galiba işe baştan başlamak gerekecek: sömürüden…
İnsan insanı sömürmekten vazgeçecek önce ve sonra ona zemin oluşturan hayvan sömürüsünden…
Hayvan haklarının insanlar tarafından savunulmasına ihtiyaç duyulmayan bir dünya kurulacak…
Kafa karıştırıcı birkaç soruyla bitirelim yazıyı:
Hayvanlar sadece kedi köpek gibi evde beslenen evcillerden mi ibaret?
Ve sözü edilen hayvanlar kentlerdeki ev odalarını nasıl görüyorlar ve ne kadar mutlular?
Dr. Nedim İnce
Mersin / 02. 10. 2012
Son yorumlar