İşten eve döndüğümde dağların ardına yaklaşan güneşin pırıltıları ile dans eden denizin, muhteşem bir hale getirdiği Mersin Sahili beni yürüyüşe davet ediyor; “hadi üşenme giy eşofmanlarını” diyordu
Bu çağrıya kayıtsız kalamadım ve bir süre sonra kendimi sahildeki yürüyüş yolunda buldum.
Anlaşılan davet edilen yalnızca ben değilmişim. Benim gibi yürüyüş yapan birçok insan yanı sıra belediyenin yerleştirdiği spor aletleri de boş değildi. Bir yandan güzel havanın tadını çıkarıyor diğer yandan da sağlıklı yaşamanın gereklerinden birini yerine getiriyorlardı.
Yürüyüş yolu ile ana cadde arasında yer alan parkta çocuklar bir yandan bir yana seğirtir, daha küçükleri badi badi koşuştururken onlara göz kulak olan dedeleri, nineleri ise banklarda ılık sonbahar güneşinin tadını çıkarıyorlardı.
Park olur da sevgililer olmaz mı? Banklarda oturuyor, çimenlere uzanıyor ve birlikte olmanın mutluluğunu doyasıya yaşadıkları her hallerinden belli oluyordu.
Yürüyüş ilerledikçe güneş de ufka yaklaşıyor, gölgeler uzuyor, gün ışığı gittikçe yumuşuyor ve doğanın her bir parçasını şefkatle sarıp sarmalıyordu: tembel tembel yatan sokak köpeklerini, yiyecek bulma umuduyla çalıların dibini dikkatle gözleyen sokak kedilerini, sahilde belirli aralarla dizilmiş ve rastgele diyerek oltalarını denize atmış balıkçıları, ağaçları, bankları, çimenleri, çiçekleri…
Satıcının biri gelip biri dönüyor, karşılaştıklarında bir birleriyle kısa konuşmalar yapıp yollarına devam ediyor, evlerine dönme saatinin yaklaştığı bu anlarda son bir satış yapma umudu ile işlerine asılıyorlardı; kim bilir içlerinden neler geçirerek…
Çay bahçelerinde ellerindeki kitapları ve teksirleri ile üniversiteli gençler ders çalışma ile akşamüstünün tadını çıkarma arasında bocaladıktan sonra kendilerini sohbet etmenin, şakalaşıp gülüşmenin cazibesine teslim ediyorlardı.
Derken güneş önce bir ateş topuna dönüştü ve usulca tepelerin arkasına çekildi; ardından gökyüzünde harika bir kızıllık bırakarak…
Dönüş yolunda hava git gide kararıyor ve Mersin Sahili de telaşsız bir şekilde boşalıyordu. Bisikletliler evlerine dönme yolunda pedallarına asılıyor, martılar geceleyecekleri yerlere varmak için çığlık çığlığa uçuşuyorlar, kargalar ise sakin olun alt üstü gece oluyor diye gaklıyorlardı.
Çöken karanlık her geçen dakika denizdeki demirli gemilerin rengini değiştiriyor, balıkçı teknelerinin çizgilerini silikleştirerek gizemli bir hal almasını sağlıyordu.
Kentin silueti ise tüm beton yığıntılarına rağmen alacakaranlığın iyileştirici özelliğinden yararlanıp seyredilmeye doyulmaz bir hal alıyordu.
Eve yaklaşırken bu güzelliklerle mest olmuş durumda aklıma bir sorun çengeli takıldı yanıtını bilemediğim…
Bunca güzellikler içinde, dünyayı çekilmez kılmak için insanoğlunun vazgeçemediği bu çabalar nedendir?!.
Dr. Nedim İnce
Mersin / 20. 12. 2011
Son yorumlar