Duygu nedir diye merak edip internette arama motoruna sorduğunuzda karşınıza 340.000 sonuç çıkıyor. Sadece buradan hareketle bile duygunun insanlar tarafından çok önemsendiğini ve önemli olduğu kararına varabiliriz.
Türk Dil Kurumu Güncel Sözlüğü bu önemli kavramı şu şekilde tanımlıyor:
Duyularla algılama, his
Belirli nesne, olay veya bireylerin insanın iç dünyasında uyandırdığı izlenim
Önsezi
Nesneleri veya olayları ahlaki ve estetik yönden değerlendirme yeteneği.
Kendine özgü bir ruhsal hareket ve hareketlilik
Duyguda iki kısmın olduğunu düşünebiliriz. Birinci kısımda bir etken, uyaran vardır.
Bu dış dünyamızda olduğu gibi kendi iç dünyamızda da olabilir. İkinci kısımda ise beynimizin bu etkenden etkilenip bir his oluşturması yer alır ve duygu durumu açığa çıkar. Sonrası ise iş davranışa gelir.
Duygular, çok karmaşık süreçlerle ortaya çıkan davranışlarımıza önemli ölçüde yön verir: insanlar tarafından bu kadar önemsenmesi ve önem verilmesi bundan olsa gerek.
Duyguları basit olarak pozitif ve negatif duygular diye ikiye ayırabiliriz. Mutluluk arzulanan pozitif bir duygu iken mutsuzluk uzak durulmak istenen negatif bir duygu durumudur.
Biz duyguları kabaca iki karşıtlığa ayırsak da yaşamda yer almalarında bu kadar kesin çizgiler yoktur. Neredeyse saf halde bulunmaları mümkün değildir. Sadece o karmaşa sırasında baskın olanı vardır: mutluluk içinde bir miktar mutsuzluk, cesaretin içinde bir miktar korku, umudun içinde bir miktar umutsuzluk…
Duyguların insan davranışlarının oluşmasında geniş bir etkilerinin olduğundan haberdarız. Genellikle pozitif duygular olumlu, negatif duygular olumsuz davranışların ortaya çıkmasına katkıda bulunur.
Mutsuzluk, umutsuzluktan sonra belki de insanı en fazla olumsuz etkileyen duygu durumudur. İnsanın, enerjisini tüketir, yaşam arzusunu azaltır, dikkatini eksiltir, konsantrasyonu bozar, becerisini sakatlar, umudunu sekteye uğratır; mutsuzluk.
Geçen hafta sonu 10. Üroloonkoloji Kongresi gerçekleştirildi. Ülkemizin dört bir yanından gelen yüzlerce hekim konularında üst seviyeye gelmiş yerli ve yabancı akademisyenlerin bilgilerinden yararlandılar; yaptıkları bilimsel çalışmaları bir birleriyle paylaştılar. Kongrenin bilimsel düzeyinin çok iyi olması katılımcıları mutlu eder çoğu kez; şimdiye kadar deneyimlerim bu yönde. Ancak bu kaliteli bilimsel toplantıya rağmen yüzler asıktı ve duygu durumunda mutsuzluk hâkimdi.
Akademisyenler ki en çok isteyen, emek veren, acı çeken, becerisini geliştiren insanlardı ve 35–40 senelik bir süreçten sonra bu duruma gelebilmişlerdi: yaşam standartlarını koruma, emeklerinin karşılığını alabilme ile öğrencisine, asistanına eğitim verebilme (kâğıt üzerinde eğitim verme durumu hastaya dokunmadan, cerrah ise ameliyat yapmadan olası değildir) ikilemi arasında sıkıştırılmış olmaktan mutsuzdu.
Hekimler;
Başka bir meslekte olmayan mecburi hizmetten
Vergi rekortmenlerinin, kar eden kuruluşlarının başarı abidesi olarak sunulduğu bir dünyada ‘paracı’ yaftası ile etiketlenip kazançlarının sürekli gündeme getirilip azaltılmasından
Performans sistemi ile ‘parça başı’ çalışmak zorunda kalmasından
Hizmet sırasında yaşadığı saygısızlıklardan
Görevini yaparken uğradığı sözlü ve fiziki şiddetten
İkame edilemez konumda bulunduğu sağlık hizmetlerinin sunumunda ticari kuralların egemen olmasından
Mesleki geleceğine duyduğu endişeden
derin bir mutsuzluk yaşıyorlardı.
Hastalarını iyileştirerek yaşadıkları mutluluk; ancak mutsuzluklarının derecesini
azaltabiliyor ve mesleki bağlılığın sürmesini sağlayabiliyordu.
Ve Üroonkoloji Derneği Başkanı sevgili Prof. Dr. Levent Türkeri’nin yaygın
mutsuzluğun umutsuzluğa dönüşmemesi için olağanüstü gayretleri takdire şayandı.
Meslektaşlarımın yaşadığı mutsuzluğa üzülmekle beraber beni asıl kaygılandıran bu hekimlerden sağlık hizmeti alacak hastalar oldu; nedenini mutsuzluğun insan davranışlarına etkisinde bulabilirsiniz.
Dr. Nedim İnce
Mersin / 01. 11. 2011
Son yorumlar