Sağlıkta dönüşüm adı ile hayata geçirilen proje, 1980’li yılların ortalarından bu yana hazırlığı yapılan ve 2004 yılında gerçekleştirilmeye başlayan bir projedir. Sağlıkta dönüşümün omurgasını IMF ve Dünya Bankası’nın önerileri oluşturur.
Sağlıkta dönüşümün felsefesi neoliberal felsefenin bu alana uygulanmasıdır. Sağlık hizmetleri serbest piyasaya açılacak, devlet bu sektörden çıkacak; hizmet üreten değil hizmet vermeyi denetleyen olacak. Bunu biraz açtığımızda sağlık hizmetlerinin sermaye emrine verildiğini görürüz. Sermayenin beslendiği, semirdiği yegâne şeyin kar olduğunu bildiğimizden sağlık hizmetlerinin kar amaçlı verileceğini çıkarabiliriz bu gelişmelerden. Yani sağlık hakkı insan, yurttaş olmanın getirdiği doğal bir hak olmaktan, kamusal bir hizmet alanı olmaktan çıktığı, karın amaçlandığı; parası olanın sahip olabileceği bir hak haline geldiği düşüncesini geliştirebiliriz.
2004 yılında SSK Hastanelerinde çalışan sağlık personeli ‘sağlıkta dönüşüm’ ile kurum değişikliği şeklinde tanıştı. SSK’nın tüm sağlık kuruluşları personeli ile birlikte Sağlık Bakanlığı’na devredildi. Çalıştığı sağlık kuruluşunun göreceli özerkliği ortadan kalmış, doğrudan İl Sağlık Müdürlüğü’ne bağlanmıştı.
Kamuda çalışan hekimler ‘sağlıkta dönüşüm’ün ne getirip, götüreceğini düşünürken; performans denilen bir sistem vasıtasıyla, mevcut ürettikleri sağlık hizmetinin fazladan bir para kazandıracağını keşfettiler: muayenehanelerinden vazgeçmeleri koşulu ile…
Muayenehane kahrını çekmeden, sadece onu kapatarak gereksinimlerini karşılayacak parayı kazanabileceğini gören hekimler önünü arkasını düşünmeden hızla bu haklarından vazgeçtiler. Birlikte kazandıkları paranın önemli bir kısmı, muayenehanesini kapatan hekime ödül olarak verilirken, olana da azı verilerek cezalandırılıyordu. Eşitlik hakkına haykırı olan bu durumu; birlikte eşit kazandığın parayı eşitsiz paylaşmayı çabucak kabullenen hekimler bir süre sonra eşit hale geldiler, çünkü hemen hepsi gönüllü olarak muayenehanelerinden vaz geçtiler.
Süreç ilerledikçe sağlık çalışanlarından gelebilecek direnişler hesaba katılmış ve Sağlık Bakanlığınca gerekli önlemler alınmıştı:
• Muayenehaneler, paragöz, aç gözlü hekimlerin soygun yeridir.
• Sağlık hizmet alanında yaşanan sıkıntıların hemen hepsi hekimlerin sağlık çalışanlarının tembelliği, görevi aksatması, hastayı hırpalaması sonucudur.
• Muayenehaneler kapatılmalı, sağlık personelin yaptığı düşünülen her hata anında bildirilip cezalandırılmalıdır.
Sağlık kurumları Sağlık Bakanlığı çatısı altında birleştirilirken, sistemin özüne uygun
başlatılan sağlık hizmeti satın alma sonucunda özel hastanelerin sayısı da hızla arttı. Bu bir yandan hekimleri memnun etti, sevinerek çalışacakları paralar öneriliyordu; diğer yandan da hastalar mutlu oldu çünkü artık ciddi bir fark ödemeden özel hastanelerden hizmet alacaklardı. Hoş kısa zamanda o özel hastanelerin belleklerindeki özel hastanelerden çok aşina oldukları kamu hastanelerine benzediğini gördüler; yine de ileri bir adımdı onlar için.
Artık hastalar özel, kamu, üniversite, tüm hastanelere sevksiz gidebiliyor ve sağlık hizmeti alabiliyorlardı. Üstelik gittikleri yerlerde daha da hoş karşılandıklarını düşünüyorlardı. Daha sık kontrole çağrılıyorlar, daha çok ve sık tahlil istenip; film, tomografi, MR çektiriliyor, daha çok ilaç yazılıyor, daha rahat tıbbi girişim ve ameliyat yapılıyorlardı.
Memnuniyet had safhadaydı: Onlar birer müşteriydi ve müşteri memnuniyeti her şeyden önce geliyordu. Gündelik hayattaki müşteri deneyimlerini sağlık hizmetlerine aktarmaları uzun sürmedi: yazılması için gönül rahatlığı ile uzatılan reçete taslakları, istenen tetkikler ve görüntüleme talepleri, başlıca göstergeleriydi.
Bir sonraki haftanın yazısında konuya devam edeceğim.
Son yorumlar