Ergin Yıldızoğlu bir yazısında toplumsal özgüveni, toplumsal yapının istikrarı için gerekli mutabakat olarak tanımlamaktadır. Bu tanımdan yola çıkarsak bir toplumun yapısının istikrarlı olması için o toplumdaki birey ve kurumların toplumun yapısı konusunda büyük oranda ortak noktada buluşması gerektiğini söyleyebiliriz.
Ortak nokta veya mutabakat gönüllü katılımla olabileceği gibi baskı ve şiddetle mecburiyetten de olabilir.
İnsanlık tarihinde bu iki seçeneğin ‘saf’a yakın örneklerine rastlanıldığı gibi bir birinin içine geçen, bir birinin tonlarını içeren sistemler de görülmektedir.
Demokrasi insanların toplumsal mutabakata gönüllü katıldığı ‘saf’a yakın örneklerdendir. Gönüllülük arttırıldığı ve gönüllülüğün istismarı azaldığı oranda demokrasi istikrarlı toplumsal yapılara yol açmış ve sorunların çözümü sistem içinde, fazla sıkıntı yaşanmadan çözülebilmiştir.
Mecburi mutabakatların çağımızdaki safa yakın örnekleri diktatörlüklerdir. Diktatörlükte toplum için en iyisini diktatör bilir ve topluma dayatır; toplumun da bunu bir bütün olarak iyi kabul etmesi için toplumsal ihtiyaçların bir kısmının karşılanmasından propagandaya kadar birçok yöntem kullanılır. Bunların yetmediği yerlerde cezalandırma ikna aracı olarak devreye girer hatta bir süre sonra oldukça sık başvurulan bir yöntem olur.
Demokrasilerde mutabakatın temeli gönüllülük iken diktatörlüklerde ise dayatmadır. Demokrasilerde toplumsal yapı daha hareketli ve ülkenin yönetimi daha çok çaba ister, diktatörlüklerde toplumsal yapı sabitken, ülkenin yönetimi daha az çaba gerektirmektedir. Bu cümlelerden toplumsal özgüven için diktatörlük daha uygun olabilir düşüncesine ulaşmak mümkün ancak tarihteki yaşanmışlıklar ve günümüzde yaşananlar bunun böyle olmadığını göstermektedir.
Kendi kişisel yaşamımızda zaman zaman çok sevdiğimiz insanları “nankörlükle” suçladığımız olmuştur: biz onun için saçımızı süpürge yapmışızdır, iyiliği için, onun çıkarı için her türlü fedakârlığı üstlenmişizdir ama o karşımıza çıkıp: “yapmasaydın, ben senden bir şey istedim mi?” diyerek “nankörlüğün” dik alasını yapmıştır. Evet, o istemeden, üstelik de ona sormadan yapmışızdır bu iyilikleri, fedakârlıkları ama dedik ya “nankör” bunun kıymetini bilmemiştir; onun iyiliğini ondan daha fazla bilebileceğimizi anlayamamıştır.
Toplumun iyiliğini toplumdan çok daha iyi bilen ve bunun için toplumun katılımını gereksiz gören diktatörler gerçekten de toplamda çok iyi şeyler yapsalar da ki tarihteki örnekleri hesaba katılmayacak kadar azdır, paldır küldür yıkılırken toplumun ne kadar “nankör” olduğunu düşünmüş olmaları kuvvetler muhtemeldir.
Genel seçimler, doğrudan ya da temsili katılımcılık, yarı resmi, gönüllü toplumsal örgütlerin sağladığı yollar, taleplerin dile getirildiği kapalı ve açık hava toplantıları, imza kampanyaları, özgür medya vb. yöntemler bir bütün olarak demokrasinin gönüllü katılımcılığını gerçekleştiren araçlardır. Bunlardan bir veya bir kaçının devre dışı bırakılması gönüllü katılımcılığı zedeleme potansiyelini taşıyabilmekte ve bir uçta demokrasi diğer uçta diktatörlük olan çizgide demokrasiden uzaklaşma sonucuna yol açabilmektedir.
Demokrasinin tadını almış toplumlarda bundan uzaklaşan yöntemler bir süre sonra toplumsal özgüveni sarsmaya başlayacak ve mutabakat zayıflayacaktır. Küçük sorunlar bile çözülürken çok büyük bedeller ödenecek ve daha büyüklerini çözmeye mecal kalmayacaktır. Her yönden gerilen toplumdaki huzursuzluk ve mutsuzluğun toplumsal özgüveni neredeyse yok ettiği noktada da neler olabileceğini hayal etmek bile istenmeyebilir.
Demokrasiden uzaklaştıkça hayal bile etmek istenmeyen sonuçların ortaya çıkabileceğine dair örnekler uzak ve yakın tarihte çokça mevcuttur.
Dr. Nedim İnce
Altınoluk / 29. 08. 2011
Son yorumlar