preload preload preload preload

İnsan Çocukluğudur


25th Mart 2014 Köşe Yazıları 0 Comments

“(..)İnsan çocukluğudur. Bulunduğumuz her yaş bir ucundan çocukluğumuza bitişir, oradan yoğrulur ve biçimlenir. Bu anlamda yetiştiğimiz kent bizde zaman ve mekân duygusunu pekiştirir, çevre algımızı kurar. Çocukluğumuz ve onu yaşadığımız kent bir bütündür ve bütün bir hayatımızı tanımlar. Öyleyse, dönüşsüz ve onarılmaz bir yitirme duygusunu önlemenin biricik yolu – çocukluğu ele geçirmek ne mümkün! – çocukluğun sürdüğü kenti olabildiğince korumaktır.
Oysa hiçbir değer ve sınır tanımayan değişim, kentimizi bize anımsatabilecek işaretleri birer birer siliyor; içinden kendi geçmişimizi anımsayabileceğimiz ayna parçalanıyor. Dokular bozuluyor, kokular yitiyor, sesler dağılıyor. Ebeveynler çocuklarına kendi çocukluklarına tanıklık edebilecek bir sokak, ev, meydan bulmakta zorlanıyor, bulamıyor…
Peki, önce dokunup sonra ağlayacağımız bir taş bile yoksa, bir kent nasıl bizim olur ki? Çocukluk biter; onu belleğimizde yeniden kurmakla geçer ömrümüz. Oysa kent yitince bellek de yitiyor; zaman ve mekân sendeliyor.(..)”
Celal Soycan böyle yazıyor 2005 yılında Sinan Tanyıldız’a gönderdiği onun da Hürriyet Çukurova’daki köşesinde bizimle paylaştığı mektubunda.
Bunu okuduğumda uzun yıllar öncesine gittim; belki de yaşadığım en derin hayal kırıklığını tüm hücrelerimde hissettiğim…
Çocukluğum ve ilk gençliğim doğduğum köyde geçti. Manda otlatmakla başlayan üretime katılma sürecim koyun ve kuzuyla devam etti. Tarlada yaşıma ve gücüme uygun her türlü tarımsal etkinlikle zenginleşti.
Köyün kırlarında hayvan peşinde ağaçlar, çalılar, ot ve çiçeklerle hasbıhal ederken, ovasında tarlalarda sabanın peşinde kışlık rızkımızı hazırlama telaşı ile koşuşturuyordum.
Kırlardaki her ağaç, çalı, patika hatta yer yer rastladığımız küçük pınarlar: beni büyüten, beni ben yapan anılarla; eş oldu, kardeş oldu.
Ovadaki yollar ve onları tarlalardan ayıran kenarındaki ağaçlar, böğürtlenler, enva çalılar yanı sıra kuyu ve yalakları ile süslü çeşmeler, bahçeler ve de hepsinin sahipleri ile birlikte ayırt edici özellikleriyle beynime kazınmış tarlalar; çocukluğumun, ilk gençliğimin ayrılmaz parçaları oldu.
Duyardım kendimi bildim bileli; Gönen Çayı’na baraj yapılacak, orada biriktirilen su kanallarla yazın ovaya taşınacak, hatta artık kırlar bile sulanabilen tarlalar haline gelecek diye…
Sonra barajın yapılmaya başlandığını duyduk. Gurbette önce okul sonra iş için geçen zamanlarda fırsat buldukça köye geldiğimde barajın bitmeye başladığını kanalların döşeneceğini ve “düzleme” diye bir şey yapılacağını duydum yarım yamalak.
Aradan birkaç yıl geçti; bir bahar günü büyük bir coşku ile köye, yola koyuldum. Gönen’e 2 km mesafede, Çanakkale yolu üzerinde yer alır Hasanbey Köyü. Baharı daha iyi duyumsamak için Gönen’den yürüyerek gitmeye karar verdim. Gönen Çayı’nın köprüsünü geçtim…
-Ben yanlış yere geldim!
Dedim panikle; geri döndüm; çay orada duruyordu ve ardında da Gönen.
Ama burası benim kırlarım, ovam değildi. Tanıdığım ağaçlara yoktu yerlerinde, çalılar buhar olmuştu. Ovayı oya gibi işleyen yolların yerlerinde yeller esiyordu. Ya tarlalar nereye gitmişti…
O zaman “düzleme”nin ne demek olduğunu anladım: Çocukluğum dümdüz edilmişti baştan sona; pınarları, çalıları, böğürtlenleri, ağaçları, yolları, minik engebeleri, kuyuları, çeşmeleri dümdüz edilen kırla, ovayla birlikte…
Ve ben artık bir yabancı olmuştum; sadece köyüme olsa neyse çocukluğuma da…
Ve de insanlığıma…
Dr. Nedim İnce
Anamur / 24. 03. 2014

  • Yorum Yaz

    * Required
    ** Email