preload preload preload preload

Nardugan Şeb-i Yelda


22nd Aralık 2020 Köşe Yazıları 0 Comments

NARDUGAN ŞEB-İ YELDA

Dünya soğuduktan ve üzerinde canlı barındıracak hale geldikten bu yana yani yaklaşık 4.5 milyar yıldır canlıların ev sahibi…

Evrim saati o zamandan bu yana çalışıyor. Gününü dolduran canlılar sahneden çekilirken yerini yeni canlılar alıyor.

İnsan da ya da daha doğru bir deyimle Homo Sapiens, bir hesaba göre 300.000, yeni buluntular ışığında yapılan yeni hesaplara göre 600.000 senedir bu alemin canlılarından biri.

Evrim bir torpil yapmış insanın bilişsel kapasitesinin gelişmesine fırsat tanımış; insan da kendini…

Kendini tanımış derken tasavvufta söz edilen ya da Delphi tapınağı girişinde yazan“Kendini bil”mişgibi bir şeyden söz etmiyorum. Haşa…

Doğanın içinde kendi varlığının farkına varmış. Ben ve doğa bilinciyle sonsuza kadar doğa ile yaşayacağı ikiliğe mahkum edilmiş, sadece onunla kalmayıp diğer insanlarla da…

Ben ve doğa…

Ben ve o…

Son yıllardaki kavramı kullanırsak ben ve öteki…

Bu gerilim bilincin gelişimine itici güç olmuş; yaşamak için gerekli gereksinimleri yerine getirme çabaları yanısıra.

Tabiatı ve kendini anlamaya çalışmış, merakını, aklının yettiğince açıklamalarla doyurmuş. Aramızda kalsın, kendini anlama gayreti sınıfta kalmış…

Gün gelmiş gündüzü ve geceyi de anlamlandırmış;birçok şeyi açıklamasını sağlayan,epeydir kullandığı ürünü,ruhlar, tanrı ve tanrıçalar sayesinde.

Gece tehlike ve bilinmezliklerle dolu ve tabii ki kötü ruhların, kötü tanrıların eseri. Gündüz ise gecenin tersi besin bulunabilir, avlanılabilir, tehlike önceden görülüp kaçılabilir ya da savaşılır. İyi ruhlar, iyi tanırlar iyi ki var da gündüzü var etmişler.

Geceyi kovan, gündüze sahip çıkan, dünyayı ısıtan güneş şüphesiz ki ruhların, tanrıların en büyüğü, en yücesidir.

Gece ile gündüz ruhları, tanrıları bir birbirleriyle sürekli mücadele eder. İnsanlar bunu çaresizlikle izleme yerine gündüz ruhuna, tanrılarına dua ederler, hediyeler sunarlar, tabii ki güneş bundan en büyük payı alır.

Kuzey Yarı Küre’de gecenin gündüze galebe olduğu günler gelir. Git gide sahayı kaplar o kadar ki Kuzey Kutbunu tamamen ele geçirir. Bu anı günümüz takvimiyle 21 Aralık olarak biliriz. Derken bir şey olur. Gündüz buraya kadar deyip artık bir saniye bile geri gitmem der. Bununla da yetinmez geceye kaptırdığı sahayı yavaş yavaş geri almaya başlar tabii ki güneşin desteğiyle…

Şeb-i Yelda, farsça en uzun gece demektir. İnsanlar gündüz ruhlarına, tanrılarına yakarır geceyi yenmesi için, sabaha kadar güneşin doğmasını bekler, gündüzün yeter deyip geceyi geriletmeye başlayacağı o günü görerek sevincine sevinç katar. Bayram olur.Onbinlercesenenin  birikiminin eseri ritüellerle geceyi geçirir, güneşe hoş geldin derler.

Nardugan doğan güneş demek Orta Asya Türklerinde. Orta Asya’da başta Türkler olmak üzere onbinlerce yıldır yaşayan çeşitli halklar doğan güneşe odaklanmışlardır. Güneş gündüzü arkalayacak ve artık geceyi geriletmesini sağlayacaktır 21 Aralık’tan sonra. Doğan güneş, inanışlarına göre insanların türediği,geceden süsledikleri akçaçam ağacı altında karşılanır. Bayram edilir. Süslenen ağaçla birlikte ruhlara, tanırlara hediyeler sunulur ve kendilerini koruyup kollaması istenir; çeşitli dilekler tutulur.

Zamanla bunlar birer folklorik kültürel öğe olarak tarihteki yerini alır ve biz hızla tek tipleşen bugünkü dünyamızda kendimizi avutacak şeyler peşinde koşar dururuz.

Şeb-i Yelda, Nurdugan ve buna benzer kutlanan ne kadar kadim gelenek varsa…

Kutlu olsun…

Nedim İnce

Hasanbey / 21. 12. 2020

  • Yorum Yaz

    * Required
    ** Email