preload preload preload preload

Bir Erkeği Öldürmek


11th Eylül 2023 Köşe Yazıları 0 Comments

Hekimler her şey yaparlar kendi mesleği yanı sıra…. Tabii ki abartı bir cümleyle başladı yazı, çok bilinen‘Tıp fakültelerinden her şey çıkar bazen de doktor’ sözünü anımsatırcasına…

Hekimlerin çok yönlülüğü, özellikle de bunu sanatta göstermeleri, mesleklerinin bir sanat olmasından kaynaklanıyor demek kolaycılık olsa da biraz öyle…

Mesleğinin diri bir zihin gerektirmesi ve zihnini diri tutması, yaratıcılık yönünü besliyor diyebiliriz…

Mesleğin yoğun gözleme fırsat tanıması, insanın en çaresiz anlarını tanık olunmasına imkan vermesi, genelde başkalarının çektikleri fiziksel ve ruhsal acılara kendi ruhsal acılarıyla eşlik edilmesi, ölümle köşe kapmaca oynanması ister istemez hayatı derinlemesine yaşatır hekimlere.

Bu yüklü yaşam, yoğun bir stresin kaynağı da olur. Bu baskı ve gerginlikle başa çıkmaya çalışır hekimler; bunun için birçok şeyi kullanırlar.  Bazılarının da yolu sanata düşer.

Ayşegül Tözeren de bu hekimlerden biri. Hekimliğin yanı sıra önemli bir edebiyat eleştirmenidir. Denemelerinin tadına doyulmaz. Birgün Gazetesi’nde de yazar okurlarına ve Açık Radyo’da Cuma günleri saat 13.00 te ‘Önce Sağlık’ programı yapar dinleyicilerine.

Birgün Gazetesi’ne yazdığı yazılarından birinde hekimlerin neden yazdıklarına dair bir hekim yazarın görüşlerini paylaştı.

“Öykü yazarı hekim Dr. Tony Miksanek, hekimleri yazmaya iten yedi sebepten söz eder. İlki yazmanın sağaltım özelliğidir. Hekim yazarak kendi kendini iyileştirir. Yazmak, bir doktorun bağırmaktan, söylenmekten ya da evde huysuzlanmaktan çok daha verimli bir şekilde içini dökmesine yardımcı olur. Bir diğeri yazmanın keşfetmeye yol açmasıdır, böylelikle hekim yaşadıklarını anlamlandırabilir. Paylaşım ve paylaşabilmenin coşkusu, ferahlatıcı duygusu da etkendir. Yazmak, ayrıca, hekimlere meslektaşlarını ve hastalarını anma onurunu da hissettirir… Ve elbette hekimlerin de pişmanlıkları vardır. Edebiyat ve şiir yüzleşme olanağı tanır. Son olarak da, söylemesek olmaz, belki şöhretin de yazmak güdüsünde küçük bir payı olur.”

Ve ekler;

“Tıp ve edebiyat ilişkisinde, elbette, sadece tıbbiyeliler, edebiyattan beslenmemiştir. Edebiyat da tıbbiyelilerden beslenmiştir.”

İşte Namık Tartanoğlu da edebiyatı besleyen tıbbiyeli olmada önemli bir adım attı; ‘Bir Erkeği Öldürmek’ isimli romanıyla.

Kırmızı Kedi Yayınlarından çıkan romanı kadına uygulanan şiddet ekseninde gitse de insanlığın her halini, adeta özünü gözler önüne seriyor. Ayrıca taşra toplumunun çektiği fotoğrafı da hemen her türlü ayrıntıyı barındırıyor.

Önsözde ““İnsan olmanın” ayrımına varıp düşünebilen ve aydın olma yolunda adım atmaya başlayan bireyin kazandığı en önemli yeti her türlü zora rağmen yüksek sesle “Hayır” diyebilmektir.cümlesi nasıl bir romanla karşılaşacağımıza dair ilk ipuçlarını veriyor.

Romanın ana kahramanı Nazife üzerinden anlatıcıya söylettiği,“Bir filmde görmüştü, aynen böyle taşıyorlardı ölüleri. Galiba dünya savaşıydı, birincisi mi ikincisi mi hatırlayamadı, esir kampında geçiyordu, çok çalıştırılmaktan ve açlıktan zayıflayıp iskelete dönüşmüş ufacık insan suretlerinin, daha doğrusu cesetlerinin üçünü dördünü üst üste koyup el arabalarıyla taşıyor derin bir çukura atıveriyorlardı diğer yüzlerce ölünün yanına ve bu işi henüz sağ kalabilmiş olanlara yaptırıyorlardı.” sözler yazarın toplumsal duyarlılığını gözler önüne seriyor.

Namık Tartanoğlu, Kafka’ya selam vermeyi de ihmal etmemiş; Tavandaki gölgeler karışmıştı, kocası kaybolmuş yerine kocaman, simsiyah bir hamam böceği gelmişti. Arada bir kımıldıyordu(..) Bu yaratık başından beri hamam böceğiydi de o mu Cumali’ye benzetmişti yoksa adam gerçekten hamam böceğine mi dönüşmüştü, anlayamadı.”

Bununla yetinmemiş, Cumali’deki değişimi de metamorfozu çağrıştıran bir ustalıkla yazmış…

Yazar yaptıklarımız kadar yapmadıklarımızdan da sorumlu olduğumuzu Nazife’nin dayak yediğini bilen, geçirgen duvarlar nedeniyle duyan komşular üzerinden anlatır bize; “Nazife’ye ne “Geçmiş olsun” diyen, ne de kocasına,  “Niye yaptın?” diye soran olurdu. Herkes susardı, gelenek görenek buydu, koca kısmı döverdi, severdi, kimse karışamazdı.”

Yaptıklarımızı da yine komşular üzerinden anlatmayı ihmal etmemiş Nazife’nin dilinden kocası Cumali’ye hitapla;Öyle korkak öyle ikiyüzlüler ki benden kaçanlar seni görünce önünde saygıyla eğilip, sevgilerini dile getiriyorlar. Sen de ne kadar iğrençleşirsen o kadar itibar gördüğünü anlayıp, küfürlerini arttırıyor, çirkefleşiyor ve saldırıyorsun. Öyle değil mi kocam?”

Önsözde vurguladığı ‘Hayır’ kelimesinin gücünü de gösteriyor okurlarına; ““Sonunda Şerife hayatında ilk defa kendinden istenen bir şeye, bedenine yapılan bu zorlamaya karşı koydu.  “Hayır” dedi kocasına.  Nazife’ye bu olayı anlatırken de gülüyordu, “Biliyor musun arkadaş, bu kadarmış, bu tek laf yetti Seyfullah’a, vazgeçti yapmayı düşündüklerinden.”

Ana karakterler çok iyi betimlenirken yan karakterlerin ayrıntılı hayat öyküleri yukarıda sözünü ettiğim taşranın toplumsal fotoğrafının temelini oluşturuyor.

 Mesela, Şinasi ülkemizin devrimci mücadele geçmişine ışık tutan bir karakter iken, Şerife de yoksulluğun kadını düşürdüğü halleri gözler önüne seriyor.

Kitapta, hemen her satırda ataerkilliğin asıl mağdurunun kadınlar olduğunu görüyoruz. Bunun yanı sıra kadınlar kadar olmasa da aslında erkeklerin de bu sistemden payını aldığını seziyoruz için için…

Yazar, erkek şiddetinin biraz da erkeklerin kadınlar karşısında yaşadıkları çaresizliğin bir yansıması olabileceğini serpiştiriyor satır aralarına.

Namık Tartanoğlu’nun ilk kitabı, ilk romanı olmasına rağmen dili, kurgusu, usta yazarlara taş çıkartacak nitelikte.

Yer yer yaratıcı yazarlık atölyesi ödevi hissini uyandırsa da bende, öğrenci çok iyi ve ödev kusursuz bir roman olarak çıkıyor karşımıza.

Kitabın temposu çok iyi, o kadar ki yazara yeni kitaplar da yazdıracak diye aklından geçiyor insanın…

Bekleyip, göreceğiz…

Nedim İnce

Altınoluk / 07. 09. 2023

  • Yorum Yaz

    * Required
    ** Email