preload preload preload preload

Can Sıkıntısı


16th Kasım 2021 Köşe Yazıları 0 Comments

Schopenhauer der ki insan için; “Bir bütün olarak bakıldığında her bir insan hayatı bir tragedyanın niteliklerini sergiler ve biz kural olarak hayatın bir dizi düş kırıklığıyla dolu umuttan, boşa çıkmış emellerden, suya düşmüş tasarımlardan, çok geç fark edilmiş yanlışlardan başka bir şey olmadığını anlarız.”

Josh Cohen ise Türkçeye ‘Çalış(ma)mak’ adıyla çevrilen kitabında insanın içindeki boşluktan söz eder; içi utanç ve yetersizlik duygularıyla, doldurulan: Olduğumuz kişiyle, olmamız gerektiğini düşündüğümüz kişi arasındaki ve de dünyanın taleplerinin aman vermeyen hücumuyla bu talepleri karşılama yetimiz arasındaki boşluktan

Her iki paragrafa da göz attığımızda şu tanım bize tanıdık geliyor: Can sıkıntısı; kendinizi eğlendirebilecek, mutlu edebilecek bir şey yapmayı çok istediğiniz fakat ona ulaşabilecek durumda olmadığınız zamanlarda ortaya çıkan hayal kırıklığı duygusudur.

Yapmaktan hoşlandığımız bazı şeyleri zamanla kanıksayıp usanç verdiği durumlarda hissedilen duyguyu da ve daha birçok şeyi de bu tanıma ekleyebiliriz.

Ve örneğin 1857 yılında basılan, Baudelaire’in ‘Kötülük Çiçekleri’ isimli kitabının ilk şiirindeki bir dörtlük düşer aklımıza:

“Can sıkıntısı o! – Gözü yaşarır birden,

Çubuğunu yakıp kurar darağaçları.

Onu bilirsin, okur, o nazik canavarı,

İkiyüzlü okur, – benzerim, – kardeşim, sen!”

Bir de Fransız psikiyatrist Brierre de Boismont’un ilk defa dile getirdiği tanım: “Düşünen insan sıkılan bir hayvandır.”

Çoğumuzun bir yerden kulağına çarpmış olan “Modern insan sıkılan hayvandır” sözünü de Fransız romancı Paul Bourget söylemiş.

Anlayacağınız hepimizin bir şekilde deneyimlediği can sıkıntısı uzun zamandır insanların ilgisini çekmiş o kadar uzun zaman ki Romalı Filozof Seneca’ya kadar gidilebilir.

Bu durumda can sıkıntısının sadece modern zamanlara, modern insana dayandırmanın pek de doğru olmadığını söyleyebiliriz.

Can sıkıntısı için antik çağdan da öte;  hiyerarşinin, toplumsal örgütlenmenin hayat bulduğu, sömürü toplumunun ilk tohumlarının atıldığı, toplumun yöneten ve yönetilen olarak ayrıştığı ilk yerleşik düzene geçilen zamana kadar gidebiliriz.

O andan itibaren bazı insanlar bazı insanlara isteyip istemediklerini sormadan ne yapacaklarını söylemeye başladırlar.

O andan itibaren emeğin ürettiği şeylerin birçoğuna el konulmaya başlandı.

O andan itibaren toplum koyduğu kurallarla insanı şekillendirmeye başladı ve toplumun oluşturduğu insanla, kişinin kendi olmak istediği insan arasında, içinde her türlü olumsuz duyguyu barındıran ve bir türlü doldurulamayan bir boşluk oluştu.

O andan itibaren toplumun istedikleriyle, insanın yapmaya gücü yettiği şeyler arasında boşluk oluştu; içi her türlü çabaya rağmen doldurulamayan bir boşluk: utanç ve yetersizlik duygularının boy attığı…

Adına can sıkıntısı dendi; bu her türden olumsuz duyguları tanımlayan: başta depresyon olmak üzere her türlü psikiyatrik hastalığa ebelik eden…

O zamandan bu yana bu boşluğu doldurma derdiyle kıvrandı durdu insan. Emek sömürüsü yapan sınıflar ise bu krizi fırsata çevirmeyi bildi:

Çok çalışmalısın…

Çalışmak kutsaldır…

Vakit nakittir, aman zamanı boşa geçirme…

Nerede hareket orada bereket…

Dedi…

İnsan daha da çabaladı ama kendini daha suçlu, daha yetersiz hissetmesinden başka bir işe yaramadı: Canı sıkıldı, daha da çok sıkıldı.

Yine de iyi bir haber var can sıkıntısı hayal kurmayı tetikliyor ve yaratıcılığı arttırıyormuş. İnsanı mutluluğu için harekete geçiriyormuş.

Hadi iyisiniz…

Artık canınızı sıkmadan sıkılabilirsiniz!..

Nedim İnce Ayvalık / 15. 11.2021

  • Yorum Yaz

    * Required
    ** Email