Yoğun bir duygu seliyle ayak bastığım Dubrovnik’te, geminin yanaştığı yeni liman eski kente biraz uzak. Otobüs ya da taksiyle eski şehre gitmek mümkün. Biz de sürücüsü kadın olan bir taksiyi gözümüze kestirdik. Otuzlu yaşların ortalarında olduğunu tahmin ettiğim kadın sürücümüz Gorana çok konuşkan ve samimi bir kişilikti. İngilizcesi iletişim kurmamız için yeterli olmaktan öteydi. Bizi Dubrovnik’in eski şehir bölgesine bıraktı.
Kalın surlarla çevrili, bir zamanlar Akdeniz’in en önemli limanlarından biri olan eski limanın hemen yanına konuşlanmış tipik bir Orta Çağ kenti Dubrovnik. İki giriş kapısı var. Eski liman tarafındaki kapıdan girdiğinizde sizi Stradun adı verilen geniş bir ana cadde ve hemen girişinde yer alan Büyük Onofrio Çeşmesi karşılıyor.
Yakın zamanda büyük yıkımlara yol açan iç savaşın izleri neredeyse tamamen silinmiş. Kenti savunurken hayatını kaybedenler unutulmamış ve Stradun’un hemen girişinde bir galeride fotoğrafları sergilenerek anıları canlı tutuluyor ve saygıyla anılıyorlar.
Stradun’un her iki yanında yer alan tarihi evlerin altları turistik mağazalar tarafından işgal edilmiş. Cafe restoranlar paralel sokaklarda ve ara sokaklarda kendine yer bulabilmiş. Tarihi bir liman kenti olması nedeniyle mutfak da çok farklı mutfaklardan etkilenmiş. Deniz ürünleri kafe- restoranların ana menüsü ve oldukça iyi hazırlıyorlar. Euro’yu TL’ye çevirmezseniz fiyatı makul bulabilirsiniz.
Kent surlarında gezinmek isterseniz hatırı sayılır bir paradan vazgeçmeniz gerekir ki biz vazgeçmedik. Alışveriş yapmanın yanı sıra kent merkezinde bulunan Dubrovnik Katedrali’ni, Rektör’ün Sarayı’nı ve Franciscan Manastırı’nı gezdik.
Bir kafeden soğuk bir bira eşliğinde eski limandaki hareketliliği izlemek keyifliydi.
Sürücümüz Gorana’yı aradık. Bizi bıraktığı yerden alarak teleferikle çıkılan tepelere ve ardından adeta bir fiyort gibi kara içine dalan bir koy üzerinde kurulmuş yüksek köprüden geçip bölgeyi kuş bakışı seyredip fotoğraf çektiğimiz başka bir bölgeye götürdü. Manzara muhteşemdi. Güzelliğini zihnimize nakşederek gemimize döndük.
Dalmaçya’nın kıyılarını seyre dalarak Kotor’a doğru koyulduk. Ağır yol seyir yaparak sabah o eşsiz Kotor körfezine demirledik. Burada insan nereye bakacağına şaşırıyor.
Gemiden servis botu olarak kullanılmak üzere indirilen filikalarla sahile çıktık. Kiraladığımız bir sürat teknesiyle Kotor Körfezi’ni denizden gezdik. Ortasında yer alan küçük bir adayı ve orada bulunan küçük bir kiliseyi ziyaret ettik.
Kotor körfezin en dibine kurulmuş tipik bir ortaçağ kasabası ve çok iyi korunmuş. Adım başı bir çalışan Türk’e rastlamanız mümkün. Nitekim dondurmalarımızı, turistik mağazanın çalışanı Türk kadının önerisiyle, Antakyalı bir ailenin işlettiği pastanede yedik. Kentin hemen her yanı turistik mağaza, kafe ve restoranlarla dolu. Konaklama yerleri de var. Tepelere doğru uzanan oldukça iyi durumda olan surlarla çevrili. O yüksekliğe çıkmayı göze alamadığımız için seyretmekle yetindik.
Dağlardan gelen ve surların hemen dışından akışına devam edip denize kavuşan akarsuyun yeşil rengi tarifsiz bir güzellikteydi.
Surlar ve tepelere dizilmiş tehlikeyi haber vermek üzere kurulmuş gözetleme kuleleri insanın şiddet dolu tarihini ve yönünü bir kez daha anımsatmış oluyordu.
Kotor Körfezi dar bir boğazdan girilen geniş bir körfez. Birçok küçük koya da ev sahipliği yapıyor. Dağlar denize dik olarak iniyor. Kıyılardaki dar düzlüklerde birçok yerleşim yeri var. Deniz harika. Doğa harika.
Venedik ve Dubrovnik’e göre daha hesaplı bir kent. Korkarım turistik ünü arttıkça o da bu özelliğini yitirecek.
Servis botlarıyla gemimize döndük. Gemi rotasını Korfu’ya çevirdi.
Kotor Körfezin’in güzelliklerine doyamadan Adriyatik’e açıldık. Neyse ki açık denizin kıyıları da güzellikte Kotor Körfezi’ni aratmadı.
Gece keyifli bir seyir yaparken tatlı bir uykuya daldık. Uyandığımızda gemimizin Korfu Adası’na demirlediğini gördük.
Bekle bizi Korfu…
Nedim İnce
Ayvalık / 24. 06. 2023
Deftere Yazanlar
Tarih Ağustos 8th, 2023
Ah o gemide ben de olsaydım. Açık denizlere yol alsaydım. Mikemmelll…